Paylaş
Başörtüsü bağlamış, kara çarşaf giymiş genç kızlar elele tutuşup protesto zincirleri oluşturuyor; aralarında bir de fakülte dekanı.
Türkiye şokta.
Öğretmen kaçırıp tecavüz ederek öldüren çocukların ardından, trenlerde çanta kaparken cinayet işleyenlerin de tinerci çocuklar olduğu anlaşılıyor.
Türkiye yine şokta.
Oysa, aynı Türkiye, daha henüz bir yıl önce, beş yıllık ilkokulu sekiz yıllık zorunlu ilköğretime dönüştürürken büyük umutlara kapılmıştı. Çocuklar on beş yaşına kadar doğrudürüst eğitim görmeye başlayınca irtica yuvalarının kurutulmasına da el atılacak, ‘‘eğitim devrimi’’ sayesinde sokakların sefil çocuk görüntüleri de ortadan kalkmaya başlayacaktı.
Ne oldu?
‘‘İlk adımların sonuçları için bir süre beklemek gerek’’ diyerek kendimizi avutabileceğimiz bir durum mu söz konusu? Yoksa, bütün bunların gerisinde yatan bir temel sorun mu var?
İsterseniz, sözü, önce bir konferans için Türkiye'de bulunan Cezayir'in eski Milli Eğitim Bakanı ve Güney Paris Üniversitesi matematik profesörü Dr. Ahmet Cabbar'a bırakalım.
O Cezayir ki, çetin bir ulusal kurtuluş savaşı sonrasında, ilk olarak, kız-erkek bütün çocuklar için 10 yıllık zorunlu temel öğretime karar vermiş ve hızlı bir eğitim seferberliğiyle 1980'lere kadar 16 bin okul açarak 8 milyon öğrenci yetiştirmişti.
Ama, Profesör Cabbar, Cumhuriyet'ten Ebru Toktar ile konuşurken, ‘‘Yaratılan bu büyük öğrenci kitlesi karşısında yeterli sayıda öğretmen yoktu. Bu nedenle, Ortadoğu ülkelerinden Müslüman profesörler, öğretmenler getirildi. Ancak bunların ideolojik kökeni denetlenmedi. Böylece okullara çok sayıda gerici sokulmuş oldu ve bu noktada tuzağa düşüldü’’ diyor.
Arkasından da, Cezayir'in ulusal bağımsızlık savaşı sonrasında ekonomik bağımsızlık savaşı verirken bir başka tuzağa, milliyetçilik yerine ümmetçiliği teşvik eden Batılıların tuzağına düşüşünü anlatıyor.
Onun sözünü ettiği iki tuzağa bir üçüncüyü eklemek gerekli: Cezayir ve Türkiye gibi ülkelere aktarılmak istenen ekonomik ve sosyal model: Halk yığınlarının dertlerine planlı yaklaşımlarla çare bulmak yerine başıboş serbest piyasa mekanizmasından medet uman, özel girişimciliğin dinamizmini kamu girişimciliğiyle bağdaştırmış bir ulusal kalkınma stratejisi yerine yabancıların yatırımlarına ve lütfettikleri borçlara bel bağlayan, ‘‘Kendini kurtaramayan batar’’ ve ‘‘Altta kalanın canı çıkar’’ diyen bir model.
Rezil kentleşmenin varoşlarında tinerci hırsızları ve katilleri yaratan da bu modeldir.
Daha doğrusu, çarşaflı kızlarla tinerci çocukların yürek parçalayıcı zıtlıkları gerisinde Türkiye gibi ülkelerin çağdaşlık atılımlarını yanlış hayallerle saptıran bu tuzaklar yatmakta. Nasıl okul yapma ve zorunlu öğrenimi uzatma çabaları öğretici kadronun niteliği ve öğretimin içeriği yüzünden ters bir sonuca yönelebiliyorsa, yanlış bir felsefeye dayandırılan ekonomik büyüme çabaları da mutlu bir ülke yerine sağlıksız bir toplum yaratıyor.
Paylaş