Paylaş
Kendimizi aldatmayalım: Son 34 yıllık geçmişe bakıldığı zaman görülüyor ki, Ankara, Avrupa Birliği'ne tam üye olmadan Gümrük Birliği'ni tamamlamakla müthiş bir oyuna gelmiştir. Hükümetin tepkisi, oyundaki büyük kazığı kımıldatacak sertlikte değil. 1987 başvurusunun geri çekilmesi, verilecek mesaj bakımından, çok daha anlamlı olurdu.
Pratikte hiçbir şeyi değiştirmeyecek olsa da.
Çünkü, 1963 Ankara Antlaşması zaten doğal olarak Gümrük Birliği'yle sonuçlanması gereken bir tam üyeliği öngörmektedir.
İşte, oyun da tam bu noktada: Ankara Antlaşması'na eklenen 1970 tarihli Protokol, 1 Ocak 1973'ten başlayarak 22 yıllık bir geçiş dönemi öngörmüştü. Dönem boyunca iki tarafın da üstlendiği yüklemlerde aksamalar oldu. Ancak, 1980'den başlayarak, Avrupa'nın başta mali yardımlar olmak üzere birçok konuda daha çok ayak sürüdüğü ve tam üyeliği çıkmaz ayın son çarşambasına bırakma işaretleri verdiği sezilmekteydi.
Bu durumda, Türkiye'nin de gümrükleri sıfırlama konusunda ayak sürümesi ve ‘‘Tam üyelik olmadan Gümrük Birliği olmaz’’ demesi gerekmez miydi?
Demedi ve tam üye olmadan Gümrük Birliği'ni tamamlayan tek ülke oldu.
Sonuç, oluşumunda yer almadan ortak ticaret politikasına uyma ve kürsüsünde yer almadan Lüksemburg Mahkemesi'nin içtihadını kabullenmedir.
Ayrıca, Başbakan ne derse desin, Gümrük Birliği'ne ilişkin 6 Mart 1995 kararına ek olarak benimsenen Ortaklık Konseyi kararının bölümlerinden biri, tam üyeliğe gidiş oyalamasını sürdüme amacıyla, ‘‘Siyasal Diyalog’’ başlığını taşıyor.
Oyalama stratejisi iyice belli olduğuna göre, başvurunun geri çekilmesi ‘‘Diyalog, tam üyeliği istemekte olduğunuz için sürmelidir’’ aldatmacasına son vermiş olur ve Türkiye'de doğrudürüst hiç yapılmamış olan bir tartışmanın başlamasını sağlardı: ‘‘Tam üyeliği gerçekten istiyor muyuz?’’
Daha doğrusu, anlamını, sonuçlarını, kapsamını bilerek mi istiyoruz?
Konunun 1963 koşullarında şöyle bir tartışılmış olması yeterli değildir. Ortalama Türk vatandaşı üyeliğin ulusal egemenliğe, ekonominin yönlendiriliş biçimine, çeşitli halk kesimlerinin çıkarlarına, yönetimin örgütlenişine nasıl etki göstereceği konusunda hiç bilgilendirilmedi. Parlamentoda bile ciddi tartışma olmadı; Gümrük Birliği'ne apar topar girildi.
Oysa, konuyu enine boyuna tartışanlardan İsviçre üyeliğe hiç başvurmadı, Norveç tam üyeliği oylayarak reddetti, Malta başvurusunu geri aldı.
Onlar daha mı az ‘‘Avrupalı’’ oldular şimdi?
Ama, bu tartışma başlatılmadan, hemen oyalamaca trenini yeniden raya oturtma çabaları başlamıştır; Pollyana kılıklı muhabireler, Mephisto görünümlü televizyoncular ve iyi niyet elçileri ‘‘Zararı yok; devam edelim!’’ diyorlar.
Osmanlı'nın haşmet döneminde yabancı devletlerle savaşa kadar varacak bir gerilim ortaya çıkınca, vezir-i azam aracılığıyla kızgın Padişah'ı yatıştırmaya kalkışan elçiler, 60-70 kişilik maiyetleriyle birlikte, Yedikule zindanına hapsedilirdi. Kitaplar, Prut seferinden önce Rus elçisi Tolstoy'un, 1787 seferinden önce yine Rus elçisi Bulgakof'un ve Napoleon Mısır'ı istila ederken Fransız işgüderi Ruffin'in, Paşakapısı'ndaki oyalama girişimlerinden ötürü, Yedikule'yi boyladıklarını yazar.
Çağ ne kadar değişmiş ki, bir yabancı büyükelçi, pazar günkü Bakanlar Kurulu toplantısından beş dakika önce çantasıyla gelip yumuşatma mesajını cumhuriyetin başbakanına verebiliyor da Yedikule'ye yollanmıyor!
Paylaş