Paylaş
Güney Amerika'yı iyi bilenler söylüyor: Buenos Aires, kıtanın bütün büyük kentleri arasında en düzgün, en şık, en ‘‘Avrupai’’ olanıymış. Gerçekten, Paris'in ünlü caddelerinden de geniş ve uzun bulvarlar, ferah meydanlar, yemyeşil parklar, zarif heykeller...
Üstelik, La Recoleta semtindeki yaşlı ve inanılmaz büyüklükteki egzotik ağaç gibi, başka yerlerde eşi olmayan doğal görüntüler.
Ama, hiç kuşkusuz, Arjantin başkentindeki en ilginç köşe, San Telmo mahallesinin sömürge mimarisiyle yapılmış eski evleri, sanatçıların oturduğu sokaklar.
‘‘Tango salonu’’ denen yerler de orada.
Tango salonu, dans seyredilen tiyatromsu eğlence yeri demek. Eski İstanbul'un semt sinemalarını andırır alçak balkonlu küçük bir salon, yine eski ‘‘saz’’larda olduğu gibi masaların çevresinde içkilerini yudumlayan müşteriler, daracık sahnede piyanolu, kemanlı, gitarlı ‘‘bandoneon’’ denen akordeounlu müzisyenler ve nihayet tangocular.
Önce karşıdaki lokanta bölümünde akşam yemeğinizi yiyip sonra bu salona geçerek onları seyrediyorsunuz.
Tango, ama ne tango!
Atatürk üzerine yazdığı kitabın sekizinci baskısı yapılan, doksanına merdiven dayamış emekli Ankara Büyükelçisi Blanco Villalta, ‘‘Sizin Türkiye'deki tangolar vals gibi bir şey’’ diyor, ‘‘Oysa Arjantin tangosu, şiddetli şehvetin dansıdır; bitince yatak odasından başka yere gidilmeyecekmiş gibi yapılmalı!’’
Sahnedekiler de tam öyle.
Diego Solis ve Guillermo Calve gibi yanık sesli şarkıcıların ardından dans etmeye çıkanlar, kolları ve özellikle bacaklarıyla, tango değil, aşk düellosu yapıyorlar sanki. Adımlar öylesine sert, canlı ve çabuk. Maço kılıklı erkekle seksi giyimli kadın arasında müthiş bir uyum. Ama, aynı zamanda ancak uzun ve eşit çalışmayla önlenebilen müthiş bir tehlike: Birinden biri hata yapsa, ya adamın sivri burunlu iskarpini kadının bacağını kıracak, ya da kadının sivri topuklu ayakkabısı adamın kıçını delecek.
Hiçbiri olmuyor. Ağır ağır başlayıp hızlanan, sonra da burun buruna baygın bakışlarla biten bir dans.
Ardından, yine eski şarkılar: ‘‘Adios, pampa mia!’’
Onları seyrederken, Latin Amerika ülkelerinin sosyal psikolojisine Freud'cu gözle bakan New York'lu Marvin Goldwert'in bilimsel çalışmalarını anımsamadan edemiyorsunuz. Ona göre, maçoluk, aslında bir nevi ‘‘çifte cinsiyetlilik’’ten başka bir şey değildir. Maço, bir yanıyla, İspanyol istilası sırasında ‘‘ırzına geçilen’’ yerli uygarlığın kadınsı ezilmişliğini, bir yanıyla da bu ezilmişliği erkeksi şiddetle örtbas etmeye çalışanların gizli isyanını temsil eder. Maçonun erkeklik taslayışı kadıncadır. Kadınlara gaddarlık ederken, aynı zamanda, düzenin kendi üzerindeki gaddarlığını başkalarına aktaramadığı için hemcinslerine aktaran bir kadına benzer.
Maçoluğun azgelişmişlik ezikliğinden kaynaklandığı kesindir. Ama, Arjantin tangosu, kadınla erkek arasında kurduğu hızlı ve şaşırtacak ölçüde dengeli uyum dolayısıyla, toplumlardaki eziklik kalıntılarının ancak eşitlikçi bir gelişmeyle aşılabileceğini gösterir gibi.
Paylaş