Mümtaz Soysal: Tadında bırakmak

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Avrupa Birliği'nin gerçek yürütme organı olan Komisyon'da Helsinki Zirvesi için hazırlanan İlerleme Raporu belli oldu.

Türkiye'nin aday sayılması tavsiye olunuyor.

Sekiz-dokuz sütuna manşet atmak, bayram etmek, ‘‘Nihayet oldu!’’ diye derin nefes alıp vererek ferahlamak için yeterli neden mi?

Özellikle de, ‘‘Biz zaten 1963 Ankara Antlaşması'ndan beri tam üyeliğe adaydık; öyle olmasa o antlaşmayı imzalar mıydık?’’ demiş olan bir ülke için?

Ama, madem ki Avrupa'ya bu sözü ettirmek için yıllardır uğraşıldı, bunu da bir büyük başarı saymak isteyenler varsa, varsın öyle olsun.

Önemli olan, bundan sonrasıdır.

İşte, bu noktada biraz durup düşünmek gerekir.

Aday sözünü ettirmek, ancak bir bakımdan önemliydi: O söz edilmeseydi, ‘‘Avrupalı mıyız? Bizi hiç mi Avrupalı saymayacaklar?’’ diye, eskilerin deyimiyle içimizde ‘‘ukde’’ kalacaktı; şimdi o düğüm çözüldü ve kendimize güven geldi. Artık, komplekssiz bütün insanlar gibi aklımızı başımıza toplayıp uzun vadeli ülke çıkarlarının neleri gerektirdiğini salim kafayla düşünmenin zamanıdır. Daha doğrusu, sevinmeyi tadında bırakmanın.

Aslında, komisyon raporunda bunu kolaylaştıran bir şey de var: Öbür adaylardan farklı olarak, Türkiye'yle ilgili ‘‘katılma’’ müzakereleri hemen başlamayacak.

Hatta, genellikle sanılanın aksini, ne kadar geç başlarsa o kadar iyi.

Çünkü, kendi kendimize çözmemiz gereken bazı şeyler var.

Örneğin, Güneydoğu sorununu, Avrupa'nın istediği gibi kolektif azınlık hakları ve bölgesel-kültürel özerklik temelleri üzerinde çözmek mi daha iyidir, yoksa cumhuriyetin ilkelerini, azınlık, etnik farklılık diye bir şey tanımayan, gerçek vatandaş eşitliğine ve insan haklarının evrenselliğine dayalı olarak bireysel özgürlükleri esas alan ve bunların istenirse birlikte de kullanılmasına izin veren bir anlayışla çözmek mi?

Bu ve buna benzer insan hakları sorunlarını çözmüş ya da ekonomik eksiklerini büyük ölçüde gidermiş bir Türkiye'nin Avrupa'yla müzakereye başı dik oturması daha iyi değil midir? Öylesi, tam üyeliğe giriş sürecini bile kısaltmaz mı? On beş yıl süreyle gelip giden heyetlerle, bilene bilmeyene dert anlatmakla, burnu havada küstah mösyölerle ve kokona kılıklı cahil madamalarla uğraşmak mı daha akıllıcadır, önce beş yılda kendi göbeğini kendisi kesip sonra da beş yıl adam gibi müzakere ederek haklarını söke söke koparmak mı?

Helsinki zirvesine daha çok var. O süre içinde Yunanistan'ın neler isteyeceği, nasıl bir ‘‘yol haritası’’nda ısrar edeceği ya da Avrupa'dan ne gibi sözler koparmaya çalışacağı bilinmiyor. Ankara'nın ve özellikle İstanbul'un Komisyon Raporu üzerine bayram edip havalara girmesi, olsa olsa, Kıbrıs ve Ege konularında istenebilecekler açısından Atina'nın iştahını kabartır ve heveslerini kamçılar.



Yazarın Tüm Yazıları