Paylaş
JEAN-Paul Sartre'ın yazdığı kitaplardan birinin adıdır, ama öylesine felsefi derinliklere gitmeye gerek yok; soru basit: Kaç sözcükle düşünmeyi öğreniyoruz?
Ankara Üniversitesi'nde yabancı öğrenciler için kurulan ve kısa adıyla TÖMER diye anılan ‘‘Türkçe Öğretme Merkezi’’nce yapılmış karşılaştırmalı bir araştırma şu rakamları ortaya koyuyor: Amerikan ilköğretim okullarının ders kitaplarında kullanılan sözcük sayısı 71.681; Almanya'da 70.400; Japonya'da 44.224; İtalya'da 30.193; Suudi Arabistan'da 13.579'muş.
Türkiye'de ise, 7.260!
Demek ki, sekiz yıllık kesintisiz ilköğretim reformu tamamlanmadan önce, ilkokul bitiren ortalama Türk vatandaşı ancak bu kadarcık bir sözcük hazinesiyle düşünebilmektedir.
Bu tablo, yalnız düşünce özgürlüğünün boyutlarıyla değil, buna bağlı olarak başka birçok konuyla da ilgili bir yığın soruyu akla getirebilir.
Düşünce özgürlüğüyle ilgili olanlar, en basitleri.
Sözcük hazinesi zengin olunca, düşünce de zenginleşecek ve düşünceyi açıklama özgürlüğü daha çok anlam kazanacaktır. Elbette, düşünce özgürlüğünün sınırlanmasına karşı çıkmak gerekir. Ne var ki, her türlü düşüncenin serbestçe açıklanabildiği, ama açıklanan düşüncelerin ne kadar gür ifade edilirlerse edilsinler, içerik bakımından bütün derinlikleri anlatmakta yetersiz kaldığı bir ortam yine de hep ‘‘sınırlı’’ bir özgürlük ortamı sayılmalıdır.
Buradan kalkıp bir eğitim sistemindeki dil ikiliğinin yaratabileceği durumlara geçebilirsiniz.
İnsanlarımızın bir kısmı öğretim dili olarak sözcük hazinesi zengin dillerin kullanıldığı okullarda yetişince ne oluyor? Ev içlerinden başlayıp sokaklara, meydanlara, kalabalıklara doğru uzanan bir sorun yok mu?
Çocuk anadilini, adı üstünde anasından öğrenir. Yalnız okul öncesinde değil, sonraki aşamalarda da. Ama diyelim İngilizce öğrenim görmüş bir ananın sözcük ve düşünce zenginliğini anadil olarak çocuguna aktarabilme olanağı yoktur. Kişiliğin oluştuğu o en kritik dönemde, ister istemez annenin yabancı dildeki iyi yetişmişliği ile dış ortamın sınırlı dil hazinesi arasındaki fark yüzünden, çocuğa tam olarak aktarılamayan, israf edilen bir birikim söz konusudur.
Bu gözlemi, genişleterek ve benzeterek, toplumun iyi yetişmiş seçkinleri ile halk yığınları arasındaki düşünce aktarımına da uygulayabilirsiniz: Yabancı dilde yetişmiş seçkinler ya toplumlarından biraz daha kopmuş olacaklar, ya da kolayına kaçıp iletişimin mümkün olduğu sığlıklarda yüzeceklerdir.
Böyle olunca, sözcük hazinesi zengin bir dil yaratmak, ülkenin kültür düzeyi kadar demokrasisinin kalitesi bakımından da büyük önem kazanıyor.
Sözcük hazinesi zengin bir dilin yaratılması ise, dil kurumlarının, edebiyat ve sanat çevrelerinin olduğu kadar, hatta onlardan daha çok, üniversitelerin işidir. Dil, ayrıntılı kavram farklarıyla ve bilimsel anlatımın titizliğiyle ancak oralarda gelişir.
En güzel dillerden biri olan ve sözcük hazinesi bilinçli çabalarla pekala zenginleştirilebilecek Türkçe varken, iyi yabancı dil öğretmenin gerekliliği ile yabancı dilde yüksek öğretim vermenin kolaylığını birbirine karıştırıp İngilizce üniversite eğitiminde ısrar etmek büyük yanlışlık değil midir?
Paylaş