Paylaş
Örtülü baş ve örgütsüz akıl
Başka konuların önüne geçip Türkiye'nin gündemine oturan başörtüsü konusu, bir bakıma, soldaki örgütlenme ve çalışma yöntemlerini belirli bir noktada derinliğine tartışmak için tipik bir konu sayılabilir.
On-on beş yıl önce, sorunun bugünkü boyutlara erişeceği herhalde düşünülemezdi. O zaman konuyu insan hakları çerçevesinde ele almak, baş örtüp örtmemeyi belki bireysel bir özgürlük hakkı olarak tartışmak mümkündü. Ama, başlangıçta bir-iki küçük üniversite olayı karşılıklı zıtlaşmalarla ve en başta bazı yöneticilerin basiretsizliğiyle aşırı büyütüldüğü için, konu zamanla o çerçeveyi aşmış, cumhuriyetin temel niteliğine ve geleceğine ilişkin köklü bir bölünmenin simgesi durumuna gelmiştir. Şimdi, ince eğirip sık dokumanın günü değil; kesin tutumlar gerekli. Başbakan'ın önerdiği türden ‘‘Binaya başörtülü girsin, komisyonda ve genel kurulda açsın’’ gibi ortalama çözümler için artık çok geç; laik cumhuriyeti kesin kuralların yaptırımlarıyla ve kararlılıkla ayakta tutmak gerekiyor.
Yani, beğenilsin beğenilmesin, jakobence yaklaşım kaçınılmazlaşmıştır.
Daha doğrusu, bu noktada, ikinci cumhuriyetçilerin pek sevdikleri bir deyişle, ‘‘devrimci cumhuriyetin dayatmacılığı’’ndan başka çare yoktur.
Ama görülen o ki, Türkiye'nin solu şimdi bütünüyle bu çizgide değil. Kimi, başörtüsünde jakobence davranışa hazır da, sıra konunun ekonomik ve sosyal boyutlarına gelince ‘‘Yeni dünya düzeni’’nden yana.
Kimi, başörtüsü konusunun bugün eriştiği karşı-devrimci simge anlamını gözardı edip hálá masumane haktan, özgürlükten söz etmekte.
Kimi de, şimdiye kadarki bocalayışlarını uzlaşmacılık ve uyumluluk gibi şık ve sözde çağdaş kılıflara büründürme peşinde.
Bu farklı tutumlar kişisel düzeyde doğal görülebilir.
Ama, partiler ve özellikle sol partiler, ortak aklı örgütlemek ve bireysel düşünceleri belirgin ortak çizgiye dönüştürmek için vardır. Köklerini Anadolu İhtilali'ne dayandıran partiler için, bu çizgi devrimci cumhuriyet çizgisinden farklı olmamalıydı. Oysa, son on-on beş yıla bakıldığı zaman, başta CHP ve DSP olmak üzere, soldaki partilerden hiçbirinde böylesine açık seçik bir çizginin oluşturulduğu görünmüyor. Hazırlıksızlık, tutarsızlık ve sığlık burada da var.
Niçin?
Çünkü, örgütlenme modelleri ve çalışma yöntemleri ortak aklı oluşturmaya yönelik değil. Genel merkezlerle yerel örgütler arasında inişli-çıkışlı düşünce alışverişleri, kritik sorunlarda tez önerme, tartışma ve karar taslağı oluşturma mekanizmaları yok. Başka ülkelerin sol partilerinde çeşitli görüşleri birleştirip ortak tutum geliştirmek için günlerce süren kurultaylar Türkiye'de zaten seçim çekişmeleriyle geçip giden bir buçuk güne sığabiliyor.
En azından solda böyle olmasa ve oradaki akıl çok önceden örgütlenseydi, başörtüsü gibi özde önemsiz ve bireysel bir olay böylesine önemli ve toplumsal bir kutuplaşmaya yol açar mıydı? Türkler bu kadar da mı akılsız? Hele sol?
Paylaş