Paylaş
Flörtler
Yeni Dünya Düzeni'nin belirtileri, Soğuk Savaş sona ermeden de, Thatcher ve Regan'la birlikte ortaya çıkmıştı zaten. Sovyetler Birliği'nin dağılışı, olsa olsa, o akımın bütün dünyayı etki altına alması demektir.
Böyle bir akım elbet küçümsenip yok sayılamazdı. Ama, herhangi bir direnme ve sentez çabası göstermeden bu akıma körükörüne teslim olmak da yanlıştı.
Özellikle de, Türk siyaset sahnesinin solunda, eski CHP'nin devamı sayılabilecek partiler zinciri açısından. Birinci Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlık mücadelesi vererek cumhuriyetin kendine özgü ekonomik ve sosyal politikalarını oluşturan, Mustafa Kemal'in Halk Fırkası değil miydi?
Ama, o zincirin son halkaları, SHP'den ve Yeni CHP'den başlayarak bugünkü CHP'ye ve hatta DSP'ye varıncaya kadar, Kemalist cumhuriyetin temel felsefesiyle Yeni Dünya Düzeni'nin gerçekleri arasında ilginç sentezler oluşturma zahmetine katlanmadılar. Oysa, böyle bir çaba, Soğuk Savaş boyunca Nehru'nun Hindistan'ı ve Tito'nun Yugoslavya'sınca yapıldığı gibi, dünyanın büyükçe bir bölümü açısından anlam taşıyabilecek bir örnek oluşturabilirdi.
‘‘Mazlum milletler’’e öncülük etmiş bir harekete bu yakışırdı.
Tam tersine, ne oldu? O partilere önderlik edenler, Erdal İnönü'den başlayarak, Avrupa solunun izinden gidip Yeni Dünya Düzeni'ni Türkiye halkına benimsetmenin dolaylı çabası içine girdiler. Koalisyon ortaklıkları yoluyla.
* * *
Koalisyon ortaklığı, bir ülkedeki seçim sisteminin ve siyaset gerçeğinin kaçınılmaz sonucu olabilir. Ama, Kemalist cumhuriyetçilik geleneğinden gelen bir siyasal hareket için her türlü koalisyon ortamında mutlaka saklı tutulması gereken bir ağırlık söz konusudur. Sayısal durumları aşan, böyle bir geleneğin ve cumhuriyet sahipliğinin kazandırması doğal olan bir ağırlık.
SHP'nin ve CHP'nin ancak bu ağırlığı tanıyan ortaklıkları kabul etmesi, olmazsa da cumhuriyet bekçiliğini hükümetler dışından sürdürmesi doğru olurdu. Yıpranmadan, kimlik ve kişilik kaybına uğramadan, halkı arkasına alarak.
Oysa, 1991 DYP-SHP koalisyonundan başlayarak tersi yapıldı. En belirgin ve tipik örnek, o ilk koalisyon protokolüne KİT'lerle ilgili olarak konan ‘‘özerklik’’ kavramının ‘‘özelleştirme’’ye dönüştürülmesine seyirci kalıştır.
Daha da kötüsü, bu yıpratıcı ortaklıkların, Karayalçın döneminde neredeyse duygusal tutkunluğa varan siyasal esaretlere veya Baykal döneminde defalarca tekrarlanan kurtarıcılıklara dönüşmesidir. Kökleri Kuvayi Milliye'nin devrimciliğine inen bir hareketin sağla fazla içli dışlı olmasıyla Türk soluna verilen zarar, yalnız ‘‘köfte’’ hikáyelerinden veya son seçim öncesindeki aklamaya DSP katkısının şaşkınlığından ibaret kalmamış, devrimci cumhuriyet ve sol kavramları arasında sürüp gitmesi gereken bağlantıyı halk yığınlarının gözünde anlamsız ve işlevsiz duruma sokmuştur.
* * *
Zarar, ciddidir. Türkiye'deki sol, ülke halkını Yeni Dünya Düzeni'nin aldatıcılığı karşısında akıllıca koruma görevini yerine getirmemiş, ulusal görevinin gereği olan bağımsız düşünceyi oluşturamamıştır. Bu da ayrı konu.
Paylaş