Paylaş
Köşeler haftalardır yazmaktan yoruldu; sizler de okumaktan: Sistem çürümüş ve feci halde kokmaktadır.
Başka köşelerin haftalardır, bazılarının aylardır yazmakta oldukları, bu sütunda yıllardır yazılmaktaydı: Koku, devleti küçültme uydurmacası gerisinde gözlerini para hırsı bürümüş bireyleri büyütme biçiminde özetlenebilecek olan politikalardan kaynaklanmıştır. Gidişin kaynağı bu hırs olunca, elbette işin içine nüfuz ticareti, dalavere ve en sonunda da tabanca korkutmacasıyla devlet ilişkisini birleştirip ustaca kullanmayı bilen mafya karışacaktı.
Kirlenmenin, herkesten çok, kamuya hizmet etme yerine ‘‘kamu hizmetini ticarileştirme’’ sloganıyla yola çıkan sağ partilere bulaşacağı da belliydi. Meclis'teki bütün sağ partilerin istisnasız hepsi, bu yoldan, derece derece kirlenmiş durumda. Kokulu pislik paçalardan akıyor.
Soldakilerin kirlenişi, çoğu zaman, doğrudan doğruya değil, sağdaki kirlenişe ortaklık etmek yahut bu kirleniş karşısında bazen sessiz, bazen de güçsüz kalmak biçiminde oluyor. CHP'nin yakın geçmişteki, DSP'nin de şimdiki durumu böyle özetlenebilir.
Sol parti olmak bu mudur?
Solun geçici güçsüzlüğü dolayısıyla koalisyonlara mahkûm olmak, o koalisyonlarda büyük ortakların, yani geçmişte DYP'nin, şimdi de ANAP'ın peşine takılmak, ‘‘sosyal ve kültürel’’ sorumlulukları yüklenip ekonominin yönetimini bir Çiller'e ya da Taner'e bırakmak doğru bir tutum mu olmuştur?
Solun kendi ekonomi politikası yokmuş ya da olamazmış gibi.
Yoksa, bu siyasal teslimiyetin gerisinde, küresellik perdesi gerisinde bütün dünyada estirilen sağ ideoloji rüzgârlarına teslim olmak mı yatmaktadır?
Sanki Türkiye, geçmişte ‘‘kalkınma ekonomisi’’ denen yaklaşımın, Sovyet sistemi dışında, bütün geri kalmış ülkelere öncülük edebilecek çapta ilk örneğini veren ülke değilmiş gibi. Solun bundan alabileceği bir güç yok mudur?
Sol böyle bir ideolojik teslimiyete boyun eğdikten sonra, koalisyonlarda ağırlık koymak, ‘‘Bu ülkede böyle değil, şöyle olur!’’ diyebilmek ve yanlış gidişleri değiştirmeye yönelik direnişçi bir tutum içine girmek gücünü de kaybetmiştir.
‘‘Uyum’’ denen şık kavramın gerisine sığınıp bunu politikanın en yüksek erdemi olarak sunmak, ideolojik güçsüzlüğün ve teslimiyetin itirafı değil midir? Aynı şey, bunun tam tersi tutum için, ideolojik içerikten yoksun gereksiz ve anlık hırçınlıklar için de söylenemez mi?
Sol parti olmak ve hele Türkiye gibi bir ülkede sosyal demokratlık ya da demokratik solculuk iddiasıyla ortaya çıkmak, her şeyden önce, estirilen dış rüzgârlar karşısında bağımsız düşünmeyi sağlayıp bu ülkenin ve halkın gereksinimlerine uygun politikaları savunmak olmalıydı. Bu, sadece hizip ortaklığı yahut aile birliğiyle sağlanabilecek bir iş değildir.
Şimdi, yavaş yavaş sağdaki kirliliği yeniden birleşmeye doğru iten bir konjonktür ortaya çıkıyor. ANAP-DYP yakınlaşması sözleri yine edilmeye başlandı. Aynı zihniyetin içinde yer alan Çankaya için bu işte başrolü oynama ve bütün ipleri ele geçirme fırsatı doğmuştur.
Biri fazla ‘‘atılgan’’, öbürü de fazla ‘‘uyumlu’’ iki parti lideri sayesinde, güçsüz sol, kirli sağa bir kez daha yardımcı olmak üzeredir.
Paylaş