Paylaş
HERKES soruyor: Devletin altını oymayı, laik cumhuriyeti yıkıp ‘‘ılımlı şeriatçı’’ rejim kurmayı amaçladıkları söylenen bu adamlar nasıl olup da yönetime sızmışlar, kaymakam, vali, yargıç, savcı ve müfettiş olmuşlar? Yarım yüzyıla yakın süredir Devlet Personel Dairesi gibi bir kuruluş, onun koyduğu işe alma kuralları, kimlik köşesi kapalı káğıtlarla yapılan sınavlar varken?
Yanıt, ‘‘mülakat’’ denen yöntemde saklı.
Aslında, yararlı bir yöntemdir mülakat. Sınavlarla, nesnel seçme yöntemleriyle belli bir bilgi ve yetenek sahibi olduğunu ispatlayanın bir de kişiliğini bilmek istersiniz: Nasıldır? Dünyadan ve ülkenin sorunlarından haberi var mı? Düzgün konuşmayı, oturup kalkmayı bilir mi? Zeká ve genel kültür düzeyi nedir? İnsanca yaklaşımlı mı, yoksa hödüğün teki mi?
Bazı sistemler bu yöntemi daha da geliştirip neredeyse en güvenilir yol saymaya kadar vardırmışlardır işi. Örneğin, İngiliz Dışişleri Bakanlığı'na meslek memuru olarak girmek için ille de belirli yüksek öğrenim kurumlarını bitirmiş olmak gerekmez; örneğin klasik Yunanca da okumuş olsanız yeterlidir. Ama, ‘‘mülakat’’ta başarılı olmalısınız. Tabii, rastgele bir mülakat değildir bu: Kent dışında büyükçe bir köşkte, bakanlığın yüksek görevlisi olan seçicilerle bir hafta sonu geçirirsiniz; haliniz tavrınız gözlemlenir, sorunlara yaklaşımınız, genel bilginiz, kimliğiniz, kişiliğiniz ölçülür.
Temel sağlamsa, mesleğin gereklerini zaten görevde öğreneceksinizdir.
Ama, Türkiye'de mülakat bir süredir başka bir işe yaramakta: Kendi yandaşınız olabileceğini sezdiğiniz kişilerin yönetime sızmasını sağlamak.
Geçmişte, Milliyetçi Cephe döneminde veya 12 Eylül öncesinde bakanların tutumlarına göre yer yer bölük pörçük kullanılan bu yöntem Özal'la birlikte sistematikleşmiş sayılır: Bakanın kafadarı olan müsteşar, kendi kafadarlarından bir mülakat heyeti oluşturur. Yazılıyı geçenlere sorulanlar, adayların ‘‘sizden’’ olup olmadığını anlamaya yöneliktir: ‘‘Orta öğrenimini hangi okulda yaptın?’’ sorusu, ilk ipucunu verse de, yine en masum olanı. Peşinden dine, ahlaka, kültür sentezine ilişkin sinsice sorular gelir. Böylece, istediğinizi seçer, ‘‘işe yaramaz’’ saydığınızı elersiniz.
Kazandırılması gerekenlere ilişkin listenin yukarılardan seçicilere daha önce verildiği durumlar bile olmuştur. Sonuçta, çok iyi yazılı sınav vermiş olanlar, mülakatta ‘‘kazanamayarak’’ donup kalırlar. Sızma, daha doğrusu o çevrelerin pek sevdiği bir sözlükle, ‘‘sızıntı’’ böyle başlar; kadrolaşmanın gerisi kolaydır.
Zeytin bölgelerindekiler bilir: Zeytinyağının iyisi, sızma olandır. Cumhuriyet düşmanı kadrolaşmacılara göre, mülakatın iyisi de öyle olur.
Çare, en güvenilir ve yönetimi bilir seçkin kişilerden bir yüksek komisyon kurup nesnel yazılı sınavlarla yetinmek ve belki de bir süre için ‘‘mülakat’’ denen yöntemi büsbütün kaldırmaktır. Kaldırışın sakıncalarını da göze alarak.
Başka türlüsü galiba cumhuriyetin geleceği açısından sakıncalı oluyor.
Paylaş