Paylaş
Kamu yaşamında ve özellikle politikada kimse kendisi için bir şey istediğini söylemez.
Nitekim, şimdiki Cumhurbaşkanı Sayın Demirel, birçok söz arasında, ‘‘Kendim için bir şey istiyorsam, namerdim!’’ sözüyle de ünlüdür. Zaman zaman başlattığı başkanlık sistemi tartışmalarında bile, önerdiği sistem değişikliğinin ‘‘kendisinden sonra’’ uygulanmasını söyler. Onun anlatımına göre, konu, kişisel bir hesap ya da özlem değil, sadece bir sistem konusudur.
Ama işin içinde yine de yarım kalmış bir özlemin bulunmadığını söyleyebilir misiniz?
Sayın Demirel, Özal'ın ölümü üzerine Çankaya'ya çıktığı zaman, Türk anayasa sistemi içinde cumhurbaşkanlarına tanınmış olan yerin ve işlevin tam bilincinde miydi? Daha doğrusu, o yerin ve işlevin gereklerine tam anlamıyla uyabileceğine yürekten inanıyor muydu?
Çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir etkin politikanın içindeydi. Menderes'in idamıyla birlikte kapandığı sanılan bir dönemi yeniden açmış, devrimci cumhuriyet felsefesine Demokrat Parti'yle getirilen değişikliği, hatta tepkiyi benimseyip pekiştirmiş, iki kere dışlanıp yeniden girdiği siyasal sistem içinde kendi görevinin sürmekte olduğuna, sürmesi gerektiğine inanmıştı.
Bu bakımdan, başbakanlığı bırakıp geçtiği devlet başkanlığını, politikaya girmiş ya da girmemiş hiçbir faninin kolay kolay elinin tersiyle reddemeyeceği bir fırsat olarak da değil de, kendi siyasal işlevini sürdürebileceği bir yer olarak görmüş olabilir. Kişisel politika çizgisiyle, hatta parti lideri olarak yıllar yılı çizilmiş bir siyasal çizgiyle böylesine özdeşleşmiş bir inancın anayasa sistemince cumhurbaşkanlarına tanınan yere ve işleve tam uygun düştüğü söylenemezdi.
Sürdürmek istediği rolü parti ve hükümet yönetiminde kendisine yıllarca sadık kalmış kişiler aracılığıyla sürdürmek, belki kişisel özlem ile resmi işlev arasındaki bu çelişkiyi göze batıcı olmaktan koruyabilirdi. Ne var ki gelişmeler böyle olmadığı gibi, politika vitrinine kendi eliyle çıkardığı bir hanım politikacı da böyle bir paravanlık görevi için fazla hırslı çıktı.
Kısacası, Sayın Demirel anayasa sisteminin cumhurbaşkanlarına tanıdığı yerin ve işlevin çerçevesinde pek rahat etmiş sayılamaz.
Bu bakımdan, ortaya atılan tartışmanın tam bir sistem tartışması mı, yoksa kişiliğe biçilmiş bir rol için yapılan bir tartışma mı olduğu pek belli değil.
Çünkü konu, kendi dönemindeki hükümet değişikliklerinden kalkarak konuşan Sayın Demirel'in vurguladığı biçimde sadece bir cumhurbaşkanının onaylamak zorunda kaldığı hükümet sayısına bağlanabilecek mekanik bir konu olmasa gerek. İstikrarsızlığın parlamenter sistemle bağlantılı olan yönleri de var, olmayan yönleri de. Hatta, olmayanlar daha çok. Sistemden sisteme sıçramadan önce bu sonuncuların iyi irdelenmesi ve önlemlerin buna göre düşünülmesi gerekir.
Tıpkı, ilk ağızda başarılı olacağı düşünülen başkanlık ya da yarı başkanlık sistemlerinin ülkelere ve koşullara göre çok değişik sonuçlar vermesi gibi. Başka ülkelerin farklı koşullarına bakmadan kolay çözüm olarak bu kişiselleştirilmiş sistemleri önerenler olduğu gibi, Türk toplumunun uzak ya da yakın geçmişine bakarak bunlardan çekinenler de var.
Bu ülkenin iktidar mekanizmalarına çöreklenmiş kişiler elinde çektiklerini düşünürseniz, pek de haksız sayılmazlar.
Paylaş