Paylaş
Küçük kentin sanayi ve ticaret odası başkanı, sel afetine çare bulmaya gelen bakanların neredeyse yakalarına yapışmış, bağırıyor: ‘‘Maliye Bakanı da gelmeli; zararımız büyük; devlet para versin!’’
Yalnız o değil. Herkeste aynı feryat.
Devletse, altyapı onarma, yolları açıp yıkık köprüleri yapma telaşında.
Oysa, hangi afet olursa olsun, ister sel ve deprem, ister büyük yangın, hatta tek ev ya da dükkân yangını, hepsinin çaresi belli: Sigorta.
‘‘Kriz dersleri’’nden biri de budur: Sigortacılığı yaygınlaştırıp örgütlü çağdaş toplumun temel öğelerinden biri yapmak ve bunu kamu gücü kullanarak başarmak.
Çünkü, çok konuda olduğu gibi, bu alanda da yasa ve devlet yetkisi kullanmadan bir şeyler yapabilmek çok güç.
Arabanıza ruhsat alırken, başkalarına verebileceğiniz zarar düşünülerek sigorta poliçesi istenmiyor mu? Kendi zararınız için bir de kasko yaptırsanız, itiraz edilir mi? Üstelik, bunu kötüye kullanmak, kasko var diye şuna buna, oraya buraya çarpmak da mümkün değil. Hepsi, raporlara, resmi makamların ve sigorta şirketlerinin değerlendirmesine bağlanmış.
Sistem, geliştirilip zorunlu tutularak her şeye ve herkese uygulanamaz mı?
İnşaat ve ticaret ruhsatlarına, kamuya ve özel kişilere?
Örneğin, Bayındırlık Bakanlığı'nın köprü yapımı ve bir belediye inşaatı için ihale kazanan müteahhide yahut bina yaptıran herkese, ‘‘Bir de sigorta şirketi getir!’’ dense. Sigorta şirketine ise, ‘‘İnşaatın kontrolü size ait; kontrol mühendisliği firmasını siz bulun!’’ şartı koşulsa. Eksik çimento yahut başka teknik nedenle ilk sel ya da depremde bina çökünce sigorta şirketi para ödeyeceği için, zincirleme sistem ciddi denetim sağlamaz mı?
Çarşıda ticaret ruhsatı alan kişi afetleri de kapsayan zorunlu sigortaya tabi tutulsa ve sigorta şirketi de ‘‘Deli ırmağın yalı boyuna yapılmış dükkânın sigorta primi de yüksek olur’’ dese, sonuçta Maliye Bakanı'nın yolunu gözleyen şaşkınlıklar ortaya çıkar mı?
Tabii, en güçlü sigorta, her yönüyle bilinçli, disiplinli ve hazırlıklı bir toplum yaratmaktır. Şaşkınlıkları ve panikleri önleyen asıl çare o.
Ne yazık ki, bu bakımdan Türkiye'nin donanımı eksik. Özde savaşa yönelik bir ‘‘sivil savunma’’ örgütlenmesini doğal afetleri de kapsayan çok daha geniş ve güçlü bir ‘‘sivil korunma’’ mekanizmasına dönüştürmek gerekiyor.
Çarşılarda, mahallelerde becerikli gençlerden ve deneyimli insanlardan sel, deprem, yangın gibi durumlarda hemen yararlanılabilecek ekipler kurmak, onları basit araçlarla donatıp zaman zaman pratik eğitimden geçirmek çok mu zor iştir? Pek uzak olmayan geçmişinde tulumbacılık örgütlenmesini yaratmış bir topluma, ağlaşmaktan ve seyretmekten başka şeyler de öğretilemez mi?
Paylaş