Sergileniş

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Lizbon'daki Expo 98'i alışılmış anlamda ‘‘fuar’’ diye nitelendirmek yanlış. ‘‘Panayır’’ sözünün Frenkçesi olan fuar, alışverişle şenliğin yan yana geldiği bir olaydır. Expo 98 ise, daha çok ‘‘dünya sergileri’’ denen kategoriye giriyor.

İkinci Abdülaziz'in katıldığı büyük Paris sergisi ile başlayıp İkinci Dünya Savaşı öncesindeki New York, sonrasındaki Brüksel sergileri gibi.

Ülkelerin kendi varlıklarını, yalnız ticaret yönleriyle değil, bütün yönleriyle tanıttıkları büyük sergiler. Özellikle, estetiğe, yaratıcılığa ve sunuş ortalığına dikkat ederek.

Son yıllardaki dünya sergilerinin özelliği, belli bir tema çevresinde düzenlenmiş olmaları. Lizbon'dakinin okyanusları konu alması gibi, bundan sonraki büyük sergi olacak olan Hannover'deki sergi de küresel sağlık ve çevre temizliği konularını ele alacak.

Böyle olduğu içindir ki, ülkeler belirli konulardaki iddialarını buralarda ortaya koyuyorlar. Sergi, her şeyden önce, bir iddianın sergilendiği yerdir.

Hele, son yılların Türkiye'si gibi ‘‘dünya devleti’’ olma iddiası taşıyan ülkeler için, böyle çeşit sergilerin değeri büyük.

Bu bakımdan, Dışişleri Bakanlığı'nın son zamanlardaki en önemli hatalarından biri, büyük sergiler konusundaki sorumluluklardan sıyrılıp görevi başkalarının üstüne yıkmasıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Lizbon dolayısıyla yapılan yanlış Hannover konusunda da tekrarlanacak.

Oysa, bir dünya sergisine katılmak demek, katılımı ülkenin dış politikasıyla ve dünyadaki iddiasıyla uyumlu biçimde yürütmek ve bu uyumun koşullarını diplomasinin gerekleri çerçevesinde yerine getirmek demektir. Müzakeresiyle, protokolüyle, hatta başka konularda elde edilecek siyasal yararlarla birlikte.

Böyle durumlarda, sergilenen konuların özünden sorumlu olan bakanlıkların devletteki öbür makamlarla eşgüdümünü sağlamak da, katılımın sorumluluğunu taşıyan Dışişleri'ne düşecektir elbette. Başka türlüsü, büyükelçiliğin tamamen devre dışı bırakıldığı Lizbon örneğinde de görüldüğü gibi, katılımın çeşitli yönlerinde önemli aksamalar yaratabiliyor.

Son katılım dolayısıyla geçirilen deneyimin düşündürdüğü genel bir sorun var ki, onun üzerinde biraz durmak yararlı olabilir: dış tanıtımın yeniden yapılandırılması. Acaba, şimdi çok dağılmış olan bu görevi, hiç olmazsa ana politikası ve genel uygulanışı bakımından derleyip toparlamak mümkün değil midir?

Belki, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde, tanıtımdan sorumlu ayrı bir meslek memurluğu kariyeri kurmak, bir çeşit ‘‘tanıtım diplomatlığı’’ yaratmak. Bunu yapan Amerika ve İngiltere gibi ülkeler var ve pekala başarılı oluyorlar.

Böyle bir yolun seçilmesi, gerektiğinde bakanlık dışındaki uzmanlardan yararlanmaya, tanıtım ve ağırlama hizmetleri için duruma göre özel firmalar kiralamaya da engel değil.

Dünya devleti olma iddiasıyla ortaya çıkmak, kulağa, gazete sütunlarına ve televizyon ekranlarına hoş gelen sözler etmeyi değil, dünya devleti olma iddiasının gerektirdiği sorumlulukları yüklenmeyi gerektirir.













Yazarın Tüm Yazıları