Paylaş
Galiba Türkleri yoldan çıkaran, hep yabancılar oluyor.
Yabancılarca alkışlanmak, onlardan övgü almak uğruna, doğru başlamış işler yanlışa dönüşmekte, yanlış başlamışlar da büsbütün bozulmakta.
Özelleştirme İdaresi Başkanı, ‘‘Euromoney’’ adlı derginin düzenlediği ‘‘Geleceğe yatırım ülkesi Türkiye’’ konulu konferansta yüzlerce yabancının karşısına çıkıp konuşurken coştukça coşup pusulayı şaşırmış, yaptığı işleri bir ölçüde doğru gösterebilecek olan son uygulamaları da unutuvermiş.
Başkaları ve özellikle IMF beğensin beğenmesin, nedir doğru olan?
Adında ‘‘özelleştirme’’ sözü olan bir ‘‘idare’’nin başına getirilmiş de olsanız, yaptığınız işin kendi toplumunuza yarar sağlamasını düşünmek.
Bunun için, elinizdeki kamu varlığının gerçek değerini saptamak, bunu en akıllıca değerlendirilebilecek duruma getirmek.
Hatta satış anına kadar değerinin daha da artması için çaba göstermek ve oradaki çalışma şevkini kırmaktan kaçınmak.
Bütün bunları yaparken, hiç olmazsa ‘‘sermayeyi tabana yaymak’’ gibi artık klasikleşmiş bir amacı da gözetmek.
Bu gereklere uygun davranmanın birinci adımı, elinizdeki kamu kuruluşunu anonim şirket durumuna getirmektir. Zaten böyle kurulmuş bir kamu şirketi söz konusuysa, onun toplam değeri de saydam yöntemlerle belirlenmeli ve menkul kıymetler borsasında işlem görebilecek hisseler biçiminde ifade edilebilmelidir. Özelleştirilme ‘‘kapsam’’ına alınmamış kuruluşlar için bile, böyle bir işlem, özerk ve esnek bir yönetim yapısı oluşturmanın, hatta gerekirse sermayenin bir bölümünü halka açmanın da ilk adımıdır.
Ama, genellikle böyle yapılmadı. Kamu kuruluşlarını anonim şirkete dönüştürme, yönetim yapısını düzeltmek ve ‘‘sermayeyi yaymak’’ için kullanılmadı. Tam tersine, büyük kuruluşları küçük şirketlere bölüp satmak amacıyla bu yönteme başvuruldu. Örneğin, TEK'in ikiye ayrılmasıyla başlayan şirketleştirme TEAŞ ve TEDAŞ'ta da durmadı, enerji üretim ve dağıtım şebekeleri küçük bölge şirketlerine dönüştürülerek, hisse senedi satışı yoluyla değil, teker teker satışa çıkarıldı.
Yalnız, son zamanlarda Türkiye İş Bankası'ndaki kamu hisselerinden bir bölümünün satışında olduğu gibi, Türk Hava Yolları'nın da menkul kıymetler borsasında satılacak hisse senetleri yoluyla ‘‘kısmen özelleştirileceği’’ söylenmekteydi.
Bu, kuruluşların kamu sahipliğini tehlikeye düşürmemek ve yüzde 10-15 gibi düşük oranlarda kalmak koşuluyla pekala denenebilecek bir yaklaşımdır. Hem özelleştirme diye tutturanların kurtlarını dökmelerine yarar, hem ‘‘sermayenin tabana yayılması’’ beklentisini karşılar, hem de kamu kuruluşlarının teknoloji yenilemeleri için kaynak yaratmış olur.
Gelgelelim, Özelleştirme İdaresi Başkanı, yabancılar karşısında aşka gelip ‘‘Satacağız, elden çıkaracağız!’’ gibi fiiller kullanarak Petkim'in Yarımca ve Aliağa tesisleriyle rafinerilerden söz ederken, böyle bir yaklaşımın değil, kamu varlığını parçalayıp satmanın işaretlerini veriyor: Birbirini tamamlayıcı birimlerden oluşan bütünlükleri kapsamlı biçimde düşünüp düzeltmek yerine, ufalayıp şuna buna ucuza dağıtan bir satıcılık. Kamuyu gözetmek bu mudur?
Paylaş