Şaşkınlık

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Kazalar da olmasa, Dünya Hava Oyunları'nın yapılmakta olduğu bile duyulmayacak. Oysa, bütün insanlığın ilgisini çekmesi gereken bir olay.

Bir çeşit olimpiyat. Dünyada ilk kez düzenleniyor.

Nasıl kış sporlarının gelişmesiyle klasik olimpiyatlardan başka Kış Olimpiyatları oluyorsa, bundan sonra bir de Hava Olimpiyatları olacak. Başlangıçta yalnızca paraşütçülük ve planörcülük olarak bilinen hava sporları, artık, değişik dallarıyla, apayrı bir spor çeşidi oldu.

Bu olimpiyatları öbürlerinden daha ilginç kılacak özellik, her sporda bir ölçüde var olan tehlike olasılığının burada ölümcül bir olasılık olması. Havanın şakası yok; sonuç, çoğu zaman, ölüm.

Dolayısıyla, yenilik ve tehlike seven bir dünyada böyle bir olimpiyata ilginin büyük olması gerekir.

Ama, nerede?

Bırakın dünyayı, Türkiye'de bile oyunlardan çok insanın haberi bile yok. Futbola, hatta basketbola sayfalar ayıran gazeteler, saatler ayıran televizyonlar, hava oyunlarından ancak kazalar dolayısıyla söz etmekte: Hafifin hafifi uçağıyla yere çakılan Endonezyalı pilot, kayalara çarpıp ölen Ukraynalı paraşütçü, yaralanan Türk yelkenkanatçı ve nihayet motoru durup yola inen İspanyol havacı.

Yarışlara ilgi uyandırılabilseydi, kazalar oyunların tuzu biberi olur, ilgi daha da artardı.

Böyle bir olayın, konuk eden ülke olarak, Türkiye'nin ve Türk havacılığının tanıtımına getireceği katkıyı düşünebiliyor musunuz?

Öyle görünüyor ki, konunun teknik yönlerini düzenlemekte uzmanlığı yadsınamayacak olan Türk Hava Kurumu, olayın tanıtım ve pazarlamasını yapmakta pek becerikli olamamış. Ankara'nın anacaddelerine bayrak asmak ve birkaç yere afiş yapıştırmakla iş bitmiyor.

Klasik olimpiyatları Türkiye'ye aldırabilmek için yıllardır kamu gelirlerinden büyük pay alan ve bu yılda sırayı Yunanistan'a kaptıran komitenin de ‘‘Bizi ilgilendirmez’’ deyip Hava Olimpiyatları'nın ‘‘satış’’ına yardım elini uzatmadığı anlaşılıyor. Oradaki zevatın kurdukları uluslararası ilişkilerden hiç olmazsa bu konuda yararlanılsaydı, fena mı olurdu?

Aslına bakarsanız, en iyisi, onu bunu bırakıp tanıtım ve pazarlama işini bir özel şirkete vermekti.

Bakın, şaşırmamak mümkün mü?

Sivil giyinmiş, ayrıca üstü başı da pek düzgün olmayan ve bakışlarından kimin nesi oldukları pek anlaşılmayan iki adam gelmiş, apartmanınızın giriş katındaki elektrik ya da su saatleriyle oynamakta. Sabotaj mı hazırlıyorlar, suikast mi düzenliyorlar, belli değil. Meğer elektrik dağıtımı için kurulmuş kamu şirketinin yahut belediyenin taşeronlarıymış. Yani, kamu işinin yapılmasını ihaleyle üstlenip para kazanan bir özel şirketin adamları.

Saçı sakalı birbirine karışmış, göğsü bağrı açık bir adam, elindeki yığından zarflar çıkarıp mektup kutularının dibine fırlatıyor. Posta dağıtım işlevini yüklenen taşeronun adamları. Tam güven ve ciddiyet gerektiren posta dağıtım işini nasıl bir güven ve ciddiyetle yaptıkları meçhul.

Öyle bir ülke ki, resmiyet ve hatta üniformalı giyim isteyen kamu görevlerini, güya verimlilik uğruna özel taşeronlara yaptırıp kuşkular içinde kalırken, bir yandan da ancak özel girişkenlik ve satıcılıkla yapılması mümkün bir tanıtım işini kamu eliyle yapmaya kalkıp yaya kalmakta.

Neyin kamusal, neyin özel olarak yapılacağını kestirememiş böyle bir ülkede şaşkınlıkların ve beceriksizliklerin sonu kolay gelmeyeceğe benziyor.

Yazarın Tüm Yazıları