Paylaş
Hükümetin düşürülüşünden kim ne ölçüde sorumludur?
Yeni hükümeti kurma sürecindeki dört haftalık fiyaskoyu kim yarattı?
Şimdi kim görevlendirilirse hangi partiye ne olur?
Görev verilecek kişi parti lideri değil de bir milletvekili olursa, kim ne kadar zarar görür?
Kurulacak hükümetin bütün işi, nasıl ve neden kararlaştırıldığı çok iyi bilinen bir erken seçime kadar gününü gün etmek midir, yoksa hangi süre için olursa olsun devleti doğru dürüst yönetmek mi?
Seçimleri bir arada yapmak kime yarar, kime yaramaz?
Türkiye'yi yönetme yetkisine sahip olanlar ya da böyle bir iddiayla ortalıkta dolaşanlar, bu gibi sorularla birbirlerine oyun oynamaya devam ededursunlar, ülkenin genelinde yıllardır sürmekte olan asıl sahipsizliğin nelere mal olduğu yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır. Son on beş yıl boyunca oynanan ucuz politika oyunlarının hemen hemen her alandaki ağır maliyetini gördükçe dehşetle irkilmemek çok zor.
Son örnek, Deniz Nakliyat A.Ş'yi özelleştirme girişiminin başlangıç aşamasında işlenmiş olan hatalar konusunda basına yeni sızan bir müfettiş raporundaki korkunç tablodur. İki müfettişin yıllar süren uzun araştırmalar sonucunda yazdıkları 51 sayfalık ve 92 ekli rapora göre, koca gemiler asıl değerlerinin neredeyse dörtte bir, hatta beşte bir fiyatına elden çıkarılmış.
Örneğin, bir yıllığına birer milyon dolar karşılığında Petrol Ofisi için yük taşımak üzere sözleşmeye bağlanmış olan Raman ve Adıyaman tankerleri ayrı ayrı iki şirkete neredeyse bedava ‘‘satılmış’’. Biri 1 milyon 520 bin, öbürü de 1 milyon 330 bin dolara! Sözleşme gereği gelecek geliri düşerseniz, iki koca tanker için topu topu 850 bin dolar demek!
Ayrıntılara gerek yok; benzer şeyler, örneğin Rauf Bey adlı dev tankerle Gaziantep, Amiral F.Engin ve Amiral M.A. Ülgen adlı gemilerin de başına gelmiş.
Şimdi, ‘‘Neyi nasıl satabilirseniz satın; hele tankerleri mutlaka satın!’’ biçimindeki tutumun sorumluları soruşturma makamlarının önünde.
Artık 29 gemisine ancak 50-60 milyon dolar verilen bir işletmenin bugünkü hallere düşürülüşü, başlangıcı Özal dönemine rastlayıp Çiller döneminde iyice belirginleşen bir fütursuzluğun sonucudur. Ama, asıl önemli olan, ‘‘Geçmişe mazi, yenmişe kuzu’’ dedirten bu eski hikâyeler değil, bunlar dolayısıyla yaratılan genel yılgınlık ve bıkkınlık duygusudur. İşletmeyi bırakıp çoktan özel armatörlere geçmiş olan birçok denizci ve yönetici, ‘‘Kurtarılacak ne kaldı ki? Uğraşmaya değer mi?’’ havasında.
Tıpkı başka birçok kamu kuruluşunda olduğu gibi.
Oysa, bambaşka bir yaklaşımla, ‘‘Kamu malı çarçur edilmemeli; ehil insanlar işbaşına getirilip siyasal kayırmalardan ve baskılardan uzak tutulabilirse düzeltilmeyecek bozukluk ve aksaklık yoktur!’’ diyen bir yaklaşımla, kendi alanında okul olmuş ve kamuya hâlâ yararlı olabilecek kuruluşları kurtarmak yine de mümkündür. Azmin elinden hiçbir şey kurtulmaz.
Ama, azim, bugün sahnede görünen siyasal kadrolar için, sadece bildikleri oyunları birbirlerine karşı sonuna kadar oynamak konusunda var. Azmin böylesi, hayranlık değil tiksinti uyandırıyor.
Paylaş