Rehine

Tufan TÜRENÇ
Haberin Devamı

Roma'da bazı şeyler artık açıkça ortaya çıkmıştır.

Birincisi: Teröristin İtalya'ya gelişi, daha önce ‘‘sürgünler parlamentosu’’nun oradaki Meclis binasında açılmasını tezgâhlayan bazı siyasilerce düzenlenmiş, kendisine ‘‘Roma'ya gel, gerisini bize bırak; en kötü olasılıkla burada tutunamazsan, Libya'ya geçişini sağlarız!’’ denmiştir.

İkincisi: Bu olay, hükümetin ve iktidar partilerinin bir kısmı için sürpriz olmuş, onlar da ne yapacaklarını şaşırmışlardır.

Üçüncüsü: Şaşkınlık içinde bulunabilen en kolay ve kestirme bahane, Türkiye'de idam cezasının varlığına sarılmak olmuştur.

Dördüncüsü: İdam cezası kaldırılsa da, sadece en önemli bahane ortadan kalkmış olacak, ancak insan haklarının durumu ve işkencenin sürmekte oluşu bahane edilerek iadeden yine kaçınılacaktır; çünkü, hükümetin yapısı gereği, iade etmeme konusunda genel bir kararlılık var.

Beşincisi: İtalya hükümeti, sorundan kurtulmak için, söz konusu kişinin gelmesini kabul edecek bir ülke çıkarsa kendisini oraya göndermeye hazır. Daha önce tutuklama için Interpol'e başvurmuş olan Almanya'nın şimdi iade isteğinde bulunmayacağını bildirmesi İtalyan politikacılarınca ‘‘büyük kalleşlik’’ olarak nitelendiriliyor.

Altıncısı: Bu durumda, dünyaya ve Türkiye'ye karşı zor durumda kalan İtalyan hükümetinin, Avrupa Birliği'ni arkaya almaktan ve sorunu böylece ‘‘Avrupalılaştırmak’’tan başka çaresi kalmamıştır.

Oysa, bunu yapmak, Avrupa'nın Türkiye'yi belli çözümlere zorlamak için Öcalan'ı rehin alıp gardiyanlığı İtalya'ya yaptırmasını kabullenmek demektir.

Elbette, siyasal sığınmanın siyasal etkinlikten uzak durmak ve gelinen ülkeyle ilişkilere zarar vermemek gibi birtakım koşulları var. Ancak, bu koşullara her zaman ve her yerde aynı içtenlikle uyulduğu söylenemez. Öcalan'a ‘‘Uslu otur ve teröre şeflik etmekten vazgeç!’’ denebilir. Ama, şimdi bile yararlandığı serbestlikle, buna uyacağını söylemek zordur. Dolayısıyla, ‘‘Elimizde bulunan kişinin terörü gerçekten durdurmasını istiyorsanız, şunu şunu yapın ve sorunu şöyle çözün!’’ gibi isteklerin bu kez Avrupa'ca ya da onun adına İtalya'ca Türkiye'ye yöneltilmesi beklenebilir.

Böylece, İtalya, hem teröristin ‘‘güvenliği’’ için önlem almak, hem de gardiyanlığın sonuçlarına ve tehlikelerine katlanmak zorunda kalacaktır.

Bütün bunlar karşısında Türkiye'ce takınılabilecek en akıllıca tutumun ne olabileceği kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Birincisi, iadeyi ya da teröristin en azından gerçek tutukluluk koşullarıyla sağlam bir yere konmasını sağlama çabalarına ciddiyetle devam etmek, ama bu konudaki girişimleri ülke çıkarlarına ve değer verilen ilişkilere zarar vermeyecek biçimde yürüterek, sahada kazanılanı saha dışında kaybetmemek.

İkincisi, genel olarak demokratikleşme, insan hakları ve bölgelerarası dengeli kalkınma çabalarına hız vermek.

Üçüncüsü, Güneydoğu için ekonomik, sosyal, kültürel ve hukuksal konularda köklü reform sayılabilecek özel bir planı bir an önce uygulamaya koymak.

Kendimizi tek bir teröristi ele geçirme tutkusuna esir etmeden.



Yazarın Tüm Yazıları