Paylaş
Tarım Bakanı tutturmuş, ‘‘Ekmek poşete girecek; herkes yardımcı olsun!’’ diyor. Çevre Bakanı ise, aynı kabinenin aynı partiden bir başka üyesi olarak, ‘‘Ortalık poşet çöplüğüne döner; vaçgeç!’’ diye çırpınmakta.
Fransa'da yakalanan Çakıcı'nın Türkiye'ye getirileceğini duyan polis yetkilileri, ‘‘Getirilmesin daha iyi; getirilirse ya kaçar, ya da cezaevinden işini daha iyi yürütür’’ demişler. Polis, İçişleri'ne; cezaevlerinin yönetimi de Adalet Bakanlığı'na bağlı. Şimdi bağımsız milletvekillerince yürütülen bu iki bakanlığın işleri, birkaç gün öncesine kadar ANAP'lı bakanların elindeydi.
Özal geleneğinin ülkeyi ne duruma getirdiğinin resmidir: Ekmeği poşete sokmaya kalkışan Türkiye, Çakıcı'yı kodese sokmaktan korkuyor!
Niçin?
Çünkü, Özalcı gelenek, olmayacak işleri yapmaya kalkışıp en olağan işleri içinden çıkılmaz duruma getirmekte birincidir.
Oysa, geleneğin kurucusu tarafından Türkçe'ye kazandırılan ünlü deyim, ‘‘İş bilir, iş bitirir’’ sözüdür. Ama, işleri bilip bitireceklerine güvenilen insanlar, bu sözle yaratılan izlenime ve genellikle sanılanın aksine, bilgi yerine beceriyi öne çıkardıkları için ülkenin kendisini bitirmişlerdir. Mafyanın azması, polisin içten içe çürütülmesi ve hapishanelerin yolgeçen hanına dönüşmesi o döneme rastlar.
Niçin?
Çünkü, bütün bunlar devlet zayıflatılınca olur. Bürokrasinin küçümsenmesi, mayoyla asker teftişi gibi hafifliklerle kuralların yıkılması, yüksek kamu görevlilerini yetiştiren Siyasal Bilgiler türünden ocakların körletilip ‘‘Prezidan Bush’’ gibi tipleri yetiştiren yabancı dilli üniversitelere öncelik verilmesi, bu devleti devlet olmaktan çıkartışın belirtileridir. Böylece, vatandaş gözünde kurumların en doğalı ve en gereklisi sayılan devlet, içinden çıkılmaz bir çelişkiler ve zıtlıklar yumağına dönüştürülmüş, buna karşılık kel başa şimşir tarak cinsinden türedi uygulamalar marifet sayılmaya başlanmıştır.
Bu türediliğe poşetli ekmekten daha iyi bir örnek bulunabilir mi? Üstelik gelişmiş ülkelerde bile benzeri olmayan bir örnek: Fırından yeni çıkmış ekmeği poşete koyun da, bakın ne oluyor? Baston ekmeği elinde tutarak giden Frenk'ten de alafranga olmaya kalkışmak görmemişlik özentisi değildir de nedir?
Belki de, yaklaşık iki yüz yıldır çağdaşlaşma çalkantılarını yaşayan Türkiye'nin büyük yanlışı da burada yatıyor: Özentilerin yanlış seçilmesi.
Çakıcı bile, ‘‘Fransa'ya gelmemin nedeni, bu ülkenin insan haklarına saygılı olması ve insan haklarını güçlü biçimde uygulamasıdır’’ demekle, farkına varmadan, bu önemli noktaya parmak basmış olmuyor mu? Elbette, büyük çıkarlar uğruna göz kırpmadan can alabilen mafya mensupları için ‘‘insan hakları’’ kavramı, devlet eliyle yargısız infaza kurban gitmemek ve yakalandığında işkence görmemek gibi basit birkaç konuya indirgenmiştir. Türkiye'nin, ekmekleri poşetlemek yerine, hiç olmazsa bu gibi basit insan hakları uygulamalarında temiz sicil sahibi olmak gibi bir özentisi olsaydı, bir mafya babası kendi ülkesine böyle hakaret edebilir miydi?
Paylaş