Paylaş
Bu beyler ‘‘mest-i naz’’ değiller ki, ‘‘Kim büyüttü böyle biperva sizi?’’ diye soralım. Olsa olsa, Özelleştirme İdaresi prensliğine getirilmeden önce, Amerikalarda falan okurken ‘‘mest-i caz’’ olmuşlardır.
Kendilerini ‘‘mest’’ eden başka bir şey olmalı; belki, trilyonlarca kamu malını kurallara aldırış etmeksizin satabiliyor olmanın başdöndürücülüğü.
Başka türlü, POAŞ konusunda bu kadar pervasız davranamaz ve siyasilerle birlikte böyle bir ihale rezaletine kalkışamazlardı.
Öyle bir ihale ki, ekranlardaki şeffaflık show'unun ardından, şimdi herkesin zihninde soruları tokuşturan kopkoyu bir sis perdesine bürünmüştür.
Devlet Bakanı Işın Çelebi, ihalenin birinciye değil de üçüncü gelen gruba verilmesini ‘‘sermayenin tabana yayılması, sektöre yakınlık, sektör içindeki bilgi ve tecrübe, petrol dağıtım stratejisi ve çalışma programı’’ gibi etkenlere bağlamış.
Eğer söz konusu etkenler böylesine önemli idiyse, bunları ihaleye katılmanın önkoşulu olarak ilan etmek ve başvuruları gözler önündeki yarışma öncesinde bu açıdan değerlendirip gerekli elemeyi yapmak gerekmez miydi? Çelebi'nin bulduğu gerekçeler, ancak, ‘‘Sermayeyi tabana yayıcı özelleştirmelere razı oluruz’’ diyen DSP kanadını inandırmaya yaramış olabilir. O zaman da, kazanan grupta banka dışındaki iki holdingin ve özellikle de petrol dağıtımı işverenlerince oluşturulan PÜİS'in nasıl ‘‘taban’’ sayıldığını açıklamak gerekmiyor mu?
Aslına bakarsanız, hiç olmaması gereken böyle bir satışın büyük kusuru, yasaca ‘‘stratejik’’ nitelikteki kuruluşlar için öngörülen koşullara ilişkindir. İhalenin ulusal güvenliği ve savunmayı ilgilendiren yönleri üzerinde ne kadar durulduğu, Silahlı Kuvvetler'in bu konuda nasıl bir görüş belirttiği, hatta görüşünün sorulup sorulmadığı bilinmiyor. Bu bakımdan güvence oluşturacak bir ‘‘altın hisse’’ sözü edilmekte; ama, yüzde 51'in satışından sonra zorunlu duruma gelen bu hisseyle devlete ne gibi haklar sağlandığı, neyin önlenip önlenemeyeceği meçhul.
Alıcıların bunları bilmeden nasıl bir alım yaptıkları da.
Daha düşündürücü olan, böyle bir satış sonucunda oluşacak tekel durumudur.
Pervasızlık, bu noktada ayyuka çıkıyor.
Bu nasıl bir devlettir ki, hem yasayla bir Rekabet Kurumu oluşturuyor, hem de Kurum'un görüş bildirmesi gereken bir satışta görüş beklemeden apar topar satış yapabiliyor ve sonra, Rekabet Kurumu'nun başında bulunan kişi de ‘‘Artık bize gerek kalmadı!’’ diyebiliyor?
Bu nasıl bir rekabet piyasasıdır ki, yüzde 7 hissesi zaten Menkul Kıymetler Borsası'nda işlem gören Petrol Ofisi'nin bütün sırları, yine yasalara aykırı olarak, Borsa'dan ve Sermaye Piyasası Kurum'undan izin almaksızın, 10 bin dolar ‘‘gizlilik parası’’ veren herkese faşedilebilmektedir?
Nihayet, bu nasıl bir hukuk düzenidir ki, hepsi kamu görevlileri için ağır birer suç oluşturan bütün bu eylemler cezasız kalabiliyor?
Yoksa bu düzende, baklava tepsisine çocuk ürkekliğiyle yanaşmak suçtur da, Yağma Hasan'ın börek tepsisini pervasızca silip süpürmek suç değil midir?
Paylaş