Patent

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Hepimizin yaşayarak gördüğümüz, yabancıların da gelir gelmez gördükleri gibi, Türkiye'nin en büyük sorunu, artık yolsuzluktur.

Şu aylara gelinceye kadar, büyük sorun olarak terör, geri kalmışlık, eğitim, enflasyon, gelir dağılımının bozukluğu falan sayılırdı. Ama, dikkat ederseniz, hükümet bunların hiçbiri yüzünden değil, yolsuzluktan düştü.

Niçin böyle oldu? Çünkü, devleti yönetenler yolsuzluğa bulaştılar mı, devlet yönetimine güven kayboluyor. Güvensizlik oyu mekanizması bunun için var. ‘‘Sırası mıydı?’’ demenin de anlamı yok. Eğer bir tek olay bardağı taşırmışsa, yaygın yolsuzluklarla dolmuş bir bardak var demektir. Bardaktaki dolmuşluğu giderememiş bir hükümet elbet son damlanın ceremesini çeker.

Düşmüş bir hükümetin yeniden dirilmek için üç yanlı bir aklama işlemine girişmesi, güvensizliği büsbütün pekiştirmiş değil midir? Yeni hükümet çıkarmadaki güçlük, kirli zeminin sağlam temel tutmayışındandır.

Bir zamanlar tam böyle değildi. Yıllar boyu, ‘‘İş görülsün, çarklar dönsün, eserler ortaya konsun da, birileri biraz yerse yesin!’’ gibi bir zihniyet vardı. Yolsuzlukların olduğu, rüşvetlerin döndüğü bilinir, ama bir şeyler yapıldıkça bunlar hoş görülürdü.

Belki her şey kitabına uydurulduğu için.

Elbet hoşgörünün buna dayandırılması da doğru değildi. Ama, hem yolsuzluk, hem esersizlik, hem de göz göre göre kurallara aldırış etmezlik olunca, hepsi birden fazla geldi. Özalcı işbilir bitiricilikle eninde sonunda Türkiye'nin vardığı nokta budur. O kolaycı yaklaşımın yıkıcı sonuçları şimdi görülüyor.

Üzücü olan, yıkıma doğru böylesine kör bir gidişin zamanında fark edilmeyişi ve düzeltilmeyişidir.

Hatta, tam tersine, katmerlenerek sürdürülüşü. Devletin en tepelerindekiler, ‘‘Enerji darboğazına giriyoruz; yabancı yatırımcıların istediklerine engel olan hukuk duvarları yıkılsın!’’ dedikleri zaman Özal'dan da öteye gitmiş olmuyorlar mı?

Artık öbür dünyaya göçen Lütfi Duran iyi bir idare hukukçusuydu. Yıllar önce, daha 1991 başlarında, yani Özal'ın cumhurbaşkanı, ANAP'ın iktidar olduğu dönemde, ‘‘Yap-işlet-devret’’ modeli üzerine Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi'nde yayınlanmış bir makalesinde şu satırlar var: ‘‘Böyle bir idare yöntemi, bildiğim kadarıyla, Türk hukukunda ne öngörülmüş, ne de bunun olabileceği düşünülmüştür. Bu bakımdan siyasi iktidarın yap-işlet-devret anahtarının patenti üzerinde hak iddiasını reddetmek kolay değildir.’’

Duran gibi bir hukukçu, bayındırlık ve kamu hizmeti imtiyazları, görev sözleşmesi, işletme ruhsatı gibi kavramları bilmez mi? Ama, ince istihzalı ‘‘patent’’ sözüyle, o yayınlanmayan, koşulları ve kuralları bilinmeyen, Danıştay'dan bile geçmeyen ne idüğü belirsiz sözleşmelere dayandırılmış işlerdeki ‘‘yaratıcılığı’’ över gözükürken, yabancı tahkime kadar giden bu tutumların özündeki ‘‘batırıcılığı’’ vurgulamaktaydı.

Bu ülkede kimse ‘‘Yatırım olmasın, yabancı sermaye gelmesin, hatta yeni yöntemler denenmesin!’’ demedi. Ama, her işin devleti ayakta tutan temel kurallara uygun ve önceden belirlenmiş bir yolu yordamı olmalıydı. Yol yordam gözetmeden iş yapmaya kalkışmanın koskoca ülkeyi sürüklediği yer, korkunç bir yolsuzluk çukuru olmuştur. O çukura düşenlerin ağlamaması gerekir.



Yazarın Tüm Yazıları