Paylaş
Genellikle, moda için özür ya da mazeret aranmaz.
Uzun etekse, uzun etek; kısa etekse, kısa etek...
Ama, Türkiye'de, rüzgârlarla gelen modaları izlemek isteyenlerin mazeret uydurdukları çok görülür. ‘‘Modadır, uydum’’ diyen azdır.
Uzun etek için, çirkin bacak utancı, iklim, namus mazereti; kısa etek için, güzel bacak gururu, tasarruf, serbestlik...
Türk toplumu, ekonomik ve politik çözümler için de Batı modalarını izler.
Bazen, Osmanlı döneminde olduğu gibi, elli-altmış yıl arayla; bazen de, son zamanlardaki gibi, şipşak. Ama, mazeret arama alışkanlığı hiç geçmemiştir.
Ne var ki, tıpkı giyim kuşam modalarında olduğu gibi, burada uydurulan mazeretlerle Batı'daki gerekçeler çoğu zaman birbirini tutmaz.
Şimdi, enerji alanında, çeşitli adlara ve yöntemlere bürünmüş özelleştirme rüzgârları esiyor ya, bulunan mazeretlere bakın.
Türkiye, büyük hızla enerji darboğazına yaklaştığı içinmiş bütün bunlar.
Niçin darboğaz? Çünkü, gerekli planlama ve yatırım zamanında yapılmamış.
Kimler yapmamış? Yıllar yılı, muhalefette ya da iktidardayken, planlama ve kamu yatırımı kavramlarına karşı çıkanlar, ülkeyi kötü yönetenler.
Haydi geçmişteki tutumları bir yana bırakalım; ama, bugün, son modanın üstüne atlamadan önce, başka çözümler bulmak da ülkeyi yönetenlere düşmez mi?
Örneğin, Türkiye'de üretilen elektriğin yüzde 20'si dağıtımdaki şebeke kaçaklarıyla kaybolduğuna göre, bunların iyileştirilmesi kamunun sorumluluğu değil midir? İstanbul'un Anadolu yakasındaki dağıtımı, hukuka ve açık mahkeme kararlarına karşın, hâlâ Aktaş adlı bir şirkete bırakmakla ne düzelmiştir?
TEK'i TEAŞ ve TEDAŞ diye bölmek ve sonra santralları teker teker satmak, üretimi ve dağıtımıyla, termik ve hidroelektrik santrallarıyla, kentsel ve kırsal şebekeleriyle bütün olarak düşünülecek bir soruna çözüm müdür?
İvedi yatırım parası bulmanın tek çaresi, bugün bile yılda 507 milyon dolar net kâr getiren 10 santralı bu gelirin yalnızca iki katı uğruna yirmi yıl için elden çıkarmak mıdır? Basit bir hesapla, santrallar kamu anonim şirketine dönüştürülüp hisselerin yüzde 10 veya 15'i borsada satılarak da aynı para elde edilemez mi?
Hele, yap-işlet-devret gibi yöntemler gerçekten gerekliyse, bunları Türk hukuk sistemine uygun biçimde Danıştay'ın öndenetiminden geçen imtiyaz sözleşmeleriyle ve Türk yargısına saygılı biçimde uygulama yolu yok mudur? Anlaşmazlıklarda ulusal yargının yetkisini kabul etmeyip uluslararası hakemlik isteyen yabancı yatırımcılara boyun eğmeden iş yapılamaz mı?
Nihayet, Osmanlı'yı batıran başlıca nedenlerden birinin bu tür imtiyazlar olduğunu bilmeden Türkiye yönetilir mi?
Benzer soruları, moda olan her çözüm vesilesiyle sorabilirsiniz.
Siyasiler zayıflayıp yönetim kötüleştikçe, ille başkanlık sistemi mi?
Karayolu tıkandıkça otoyol, otoyol tıkandıkça ille köprü mü?
Hastane ve okul sorunu çetinleştikçe, ille sağlık ve eğitim ticareti mi?
Modalar yerine, akılcı ve kamu yararına uygun ulusal çözümler yok mudur?
Bütün toplumun değil de, ancak kimilerinin işine gelen bir modaya mazeret bulmak her zaman mümkün. Ne var ki, mazeretler hep ‘‘özürlü’’dür.
Yani, kusurlu, sakat.
Almadan, dikkat etmek gerekir.
Paylaş