Paylaş
Türkler'den ne kadarının akıllı ya da akılsız olduğu, Aziz Nesin'in ünlü tahmininden beri tartışma konusudur. Ama, ‘‘Türk'ün aklı sonradan gelir’’in atasözü derlemelerimizde yer aldığı kesindir.
Olaylar da doğruluyor.
Apo'nun geri istenmesinde karşılaşılan bahaneler konusunda olduğu gibi.
Ölüm cezası, dünyada olduğu kadar bu ülkede de tartışılan ve kaldırılması yönünde hayli geniş kamuoyu oluşan konulardan biri. Hatta, bunu programlarına, seçim bildirgelerine alan partilerimiz bile var.
On dört yılı aşkın süredir uygulanmadığı da bir gerçek.
Avrupalı sayılmaya can atan Türkiye, Avrupa Konseyi'nde ölüm cezasını sürdüren tek ülke olarak kaldığını pekala biliyordu. Üstelik, özellikle suçluların iadesinde güçlük çıkaran bu garipliği gidermek için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne ek 6. Protokol'a katılma hazırlığı da yapılmaktaydı.
O zaman bu işi bir an önce tamamlayın, değil mi?
Niçin tamamlanmadı?
Çünkü, böyle bir cezanın varlığı ve gerektiğinde uygulanmasıyla belirli ağır suçlarda caydırıcılık sağlanacağına inananlar var siyasiler arasında.
Oysa, tam bu noktada bilimsel belirsizlik sürüyor. Araştırma ve incelemeler, idam cezasıyla ‘‘idamlık’’ denen ağır suçların azalması arasında kesin bağlantı kurmaya elverişli ipuçları vermiyor. Hatta, idam cezası uygulayan Amerikan eyaletlerinin çoğunda, infazı izleyen ilk ay içinde işlenen cinayetlerin çoğaldığını gösteren veriler var.
Niçin böyle? Danimarkalı araştırmacılar, idamın şiddet eğilimlerini artırdığını, öldürmenin çare sayılmasını teşvik ettiğini söylüyorlar. ‘‘Devlet öldürüyorsa, ben niçin öldürmeyeyim?’’ diye düşünenler bile oluyor. İntihara karar verenlerin ‘‘Öldürürüm, nasıl olsa sonuçta beni de idam ederler!’’ diyerek cinayet işlediğini gösteren durumlar yaşanmış Amerika'da.
Ölüm cezasının karşısındaki öbür kanıtlar belli: İdam edilenlerin bütün dünyada genellikle kendini savunma yeteneği olmayan ve iyi avukat bulamayan gariban oluşu, dönüşü olmayan adli hata olasılığı, infazı beklemenin ve bütün infaz yöntemlerinin başlı başına birer işkence sayılması falan.
Ne yazık ki, idam cezası acele kaldırılsa bile, ayrı bir kategori olan genel işkence konusunda da Türkiye'nin parlak sicil sahibi olmayışı iadeyi engellemek isteyenlerin eline koz vermekte. Taraf olunan Avrupa ve Birleşmiş Milletler sözleşmeleri, kişinin ‘‘öbür devlette işkence tehlikesiyle karşılaşabileceğine inanmak için ciddi sebeplerin bulunması’’ durumunda iade mekanizmasının işletilmesine imkân vermiyor.
Maşallah, ‘‘Elime geçse gözlerini oyarım!’’ diyen bağrı yanık anaların feryadını ve koğuştaki İtalyan'ı rehin alan Susurlukçuların ‘‘eylem’’ini yayınlayan medya da harika dış görüntüye katkıda bulunmaktan geri kalmıyor.
Tabii, bunlar, eli kanlı ‘‘terörist’’i bile iade etmeye niyetli olmayan devletlerin yararlanabileceği bahanelerdir. Ama, kabahat yalnız onlarda değil, bütün uyarılara, ‘‘Şu durumu düzeltin!’’ diyen yazıp çizişlere karşın yıllardır gerekli düzeltmeyi yapmayıp bahaneleri onlara sunanlardadır da.
Vurdumduymazlık, şimdi, kritik bir konuda ve çok acı biçimde geri tepiyor.
Paylaş