Paylaş
AVUSTRALYA, olimpiyatlara ev sahipliği yapmanın hakkını vererek işe başladı. Yalnız tesisleri ve örgütlenişiyle değil, oyunlardaki başarısıyla da.
‘‘Torpil’’ denen Ian Thorpe'un yüzmede 400 metre serbest ve 4x100 metre bayrakla iki rekor kırarak iki altın alması kimseyi şaşırtmamıştır herhalde. Dünyanın ‘‘alt ucu’’ndaki o ülke yüzmede çok güçlü. Atletizmde ve sutopu, dalma, kürek, yelken, ‘‘kayak’’ denen ırmak kayığı yarışı, basketbol, bisiklet, hokey, tenis, triatlon gibi dallarda da Amerika, Rusya ve Almanya'dan sonra en çok madalyayı Avustralyalıların alacağını, ilk üç derece olarak toplam 61 madalyanın onlara gideceğini tahmin ediyor uzmanlar.
Kısacası, olimpiyatlara ev sahipliği yapmanın, spora önem vermek ve bir-iki değil, birçok dalda birden iddia sahibi olmak anlamına geldiği bir kez daha görüldü. Gerçekten, geçmişe bakıldığında da genellikle bu anlaşılıyor. İstisna sayılabilecek ülkeler bile, hiç olmazsa yarışların açılış yılına doğru büyük atılım yapmış. 1996'da olimpiyatların yüzüncü yıldönümü dolayısıyla hakkı olduğu halde biraz da bu nedenle fırsatı kaçırmış olan Yunanistan'ın, 2004 Atina oyunları dolayısıyla atletizmin bazı dalları ile basketbol, yüzme ve yelken gibi dallarda sivrilmesini bekleyebilirsiniz.
Galiba, bir süredir adaylık için çırpınan Türkiye'nin de, başka etkenler yanında, temel sorunu budur: Henüz, bütünüyle ‘‘sporcu’’ bir ülke olamamak.
Sayın Demirel, aynı konuya ilişkin olarak bu sütunda çıkan bir yazı dolayısıyla Hürriyet'e yolladığı mektupta, İstanbul'da olimpiyat yapma düşüncesinin başında bulunduğu 49. hükümet tarafından ortaya atıldığını, 1992'de yasalaştığını, o tarihten bugüne gayret sarf edildiğini, hepsine başbakan ve cumhurbaşkanı olarak tam destek verdiğini belirttikten sonra şöyle diyor:
‘‘Olimpiyatlara ev sahipliği yapan ülkeleri kıskanıyorum. Türkiye mutlaka bir olimpiyata ev sahipliği yapabilmelidir. Bunun bir uygarlık seviyesi olduğuna inanıyorum. Bunun için de her türlü gayret sarf edilmelidir. Kolay değildir ama, ısrarla, bıkmadan, usanmadan çalışmaya devam olunmalıdır.’’
Kim böyle düşünmez ki?
Olimpiyat ev sahipliği gerçekten kıskanılacak bir olay ve mutlaka ulusal hedef olarak kalmalı.
Ama kıskançlığın gıptaya, gıptanın çalışmaya dönüşmesi, onun da coşkudan öteye akla ve plana dayanması gerekiyor.
Türkiye'nin şimdiki yanlışı yine aynı noktada: Sporu bütünüyle ele almadan, okullardan kulüplere uzanan bir ulusal plan ortaya koymadan, sağlam bir yetiştiriciler ordusu kurmadan ev sahipliğini koparma hevesine kapılmak.
Hem de, Atina'dan hemen sonra, 2008 için, yeniden.
Oysa, deneyimler ne İstanbul'un güzelliğiyle, ne de tanıtma gezilerine ayrılan paranın çokluğu ve komitelerin başına getirilmiş kişilerin ağırlığıyla bu işin başarılamadığını, en doğru tutumunşöyle bir durup ‘‘sporcu ulus’’ yaratma sorununu temelinden ele almak olduğunu göstermiştir.
Paylaş