Paylaş
Sayın Cumhurbaşkanı'nın tam olarak ne istediğini kestirmek güç. Sözleri, ilk bakışta, niyetlerinden çok, deneyimlerine dayalı olarak devletin geleceği bakımından yararlı gördüğü sistem önerilerinden ibaret.
Zaten, başka türlüsü de beklenemezdi.
Etkin politikadan Çankaya'ya çıkan herkes gibi, bir süre sonra daha etkin olmak istemesi de anlaşılır bir şey. Bunu Özal'dan beri biliyoruz. Başbakanlığın ardından cumhurbaşkanı olmak, onur ve gurur bir yana, gerçek iktidar sahipliğine alışmış kişileri tatmine yetmiyor. Atatürk gibi olabilmeleri için de, ne durumlar elverişli, ne de kişilikler yeterli. Zaferin ve cumhuriyet ilanının sonrasında yapılan 1924 Anayasası, devlet başkanını yalnızca bir simge durumuna getirmiş, onun yasamaya ilişkin olarak istediği fesih yetkisini bile tanımamıştı. Ama, unutmamak gerekir ki, Mustafa Kemal, hem tek partili dönemin tek partisinde genel başkan, hem de karizmanın ta kendisiydi.
Bu durumda, şimdikilerin aklı ister istemez sistem değişikliğine kayıyor.
Sayın Demirel tam olarak ne istiyor olabilir?
Meclis konuşması pazar günkü TRT sohbetiyle birlikte değerlendirilmelidir.
Kendisinden cumhurbaşkanı olarak yeniden hizmet istenirse ‘‘varım’’ diyor; ama bunun ‘‘onur kırmayacak bir biçimde’’ yapılmasını bekliyor. ‘‘Görev uzatma’’yı, yani yedi yılın on yıla çıkarılmasını onur kırıcı bulduğu da belli. ‘‘Siz sistemi değiştirip iki kere beşer yıldan halkın seçimine dönüştürün, ben kazanır, gelirim’’ demek istediği açık.
Ayrıca, cumhurbaşkanının güçlü olması gereği üzerinde durup bunu sağlamanın yolunu da, kuramsal açıdan haklı olarak, böyle bir seçimde görüyor.
On yedi yıl önce yapılmış bir çalışmadan söz etmenin tam sırasıdır.
Yıl, 1981. Yeni anayasa yapmanın hazırlıkları ve sınırlı tartışmaları başlamıştır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakülteleri'nin anayasa ve kamu hukuku kürsüleri ortak bir çalışma yapıp görüşlerini atamalı bir organ olan ‘‘Danışma Meclisi’’ne sunuyorlar. Görüşlerden biri şöyle özetlenebilir: ‘‘Devlet başkanının güçlü olması için hem halkça seçilmesini savunmak, hem de partiler üstü ve yansız kalmasını istemek çelişkidir. Adaylar mutlaka bir ya da birkaç partinin desteğiyle ortaya çıkacak, onların etiketiyle kazanacaklar. Parlamentoda anlaşma, uzlaşma ve yakınlaşmalarla sağlanacak bir seçimden çok farklı, belki kıran kırana ve iz bırakan bir kampanya olacaktır bu. Sonrası, tarafsızlık ve yansızlık olabilir mi?’’
Bu bakımdan, Sayın Demirel'ce söylenenlerin özünde etkin politikaya dönme isteğini sezmemek zordur: Önerdiği formül parlamentoca benimsenmeyince partili bir kampanya, bunun için yeni parti, ya da DYP'nin başına geçip devletin başına dönüş, bu amaçlarla sistemde yeni bir tıkanış, yine erken seçim, falan.
Türkiye'de, özellikle de Demirel'li bir Türkiye'de, yazılabilecek senaryoların haddi hesabı yoktur.
Paylaş