Paylaş
Yunan Dışişleri Bakan Yardımcısı Yannos Kranidiotis'in uçak yolculuklarındaki en kötü durumlardan birine rastgelmiş olması gerçekten hüzün vericidir: Emniyet kemerlerini çözerek ayakta dolaşırken ciddi bir hava çalkantısına yakalanmak kadar kötü bir şey olamaz. Nitekim olanlar olmuş ve değerli diplomat, oğlu ve başka birkaç kişiyle birlikte, oradan oraya çarpa çarpa ölmüş. ‘‘Toprağı bol olsun’’ demekten başka şey gelmiyor elden.
Ancak, ölümün gazetecilerle sohbet ederken vuku bulması, olayı bir ‘‘meslek kazası’’ niteliğine de büründürüyor. Gazetecili uçak yolculuğunu kendilerinden yana kamuoyu oluşturma yollarından biri saymak, dünyadaki hemen hemen bütün devlet adamlarının hiç vazgeçemedikleri bir alışkanlıktır. Hatta, bizimkiler için, bir tutkudur; ‘‘Uçak seyir hızına erişse ve yerimizden kalkmak serbestleşse de işe başlasak’’ diye sabırsızlanırlar.
Müteveffa Kranidiotis'in gazetecilere ne anlatmak için ayağa kalktığını bilmiyoruz. Ama, muhtemelen şöyle konuştuğunu tahmin ya da farz etmek pek yanlış olmaz: ‘‘AB-Türkiye-Yunanistan-Kıbrıs dörtgeninde ne kadar başarılı bir diplomasi güttüğümüzü görüyorsunuz. Önce, alışılmadık uzlaşıcı yaklaşımlarla Öcalan olayındaki suçumuzu unutturduk; sonra deprem yakınlaşması gibi duygusal durumlardan yararlanarak Avrupa'daki tutumumuzun değişebileceği izlenimini verdik; ardından, Türkler tam her şeyi ayarladıklarını ve İsveç'le Danimarka gibi engelleri de aşacaklarını umdukları bir sırada, ‘Kıbrıs'ta ödünsüz olmaz!' uyarısıyla şah dedik.’’
Fıkrayı anımsamadan durabilir misiniz?
Öğretmen, dilbilgisi dersinde, zarfların nasıl kullanılacağını anlatmak için ‘‘muhtemelen’’ sözcüğünü almış ve örnekler verilmesini istemiş sınıftan. ‘‘Hava bulutlandı; muhtemelen yağmur yağacak’’ gibi başarılı çıkışlardan sonra, sınıfın en saf öğrencisi parmak kaldırmış: ‘‘Ablam dün özel piyano hocasıyla odaya kapandı. Ne yapacaklarını merak ettiğim için ben de gözümü anahtar deliğine dayadım. Piyanist hoca ceketini çıkardı; ablam da kazağını. Hoca gömleğinin düğmelerini çözdü; ablam da bluzunun. Sonra hocanın pantolonunu, ablamın eteğini yerde gördüm; ardından bir erkek donuyla bir de kadın külotu yere fırlatıldı. Muhtemelen piyanonun üstüne çiş edeceklerdi!’’
Atina’nın son planı nasıl düşünüp uyguladığını anlamak kolay da, İstanbul'daki bazı çevrelerin böylesine aşikár bir olasılıktan niçin hiç söz etmediğini anlamak güçtür. Şurası kesin: Özellikle Türk tarafında, insancıl komşuluk duyguları ile gerçekçi siyasal hesapları birbirine karıştırarak kamuoyunu, hatta sözde devlet adamlarını yanıltmakta medyanın büyük rolü olmuştur ve hálá da olmaktadır. Medyayı kimlerin yanılttığı ise, ayrı sorun.
İnsan ne kadar barıştan, iyi komşuluktan ve akla yatkın uzlaşmalardan yana olursa olsun, bu onulmaz iyimserliğin kalemlerinden şu soruya açık yanıt beklemeden edemiyor: Ne yani, dostluk adına, Ege ve Kıbrıs'taki yaşamsal çıkar ve davalardan, hem de tek yanlı olarak, vazgeçilsin mi istiyorsunuz?
Paylaş