Paylaş
Sorumlu ve vicdanlı gazeteci hemen belli oluyor. Hürriyet'in parlamento muhabiri Nuray Babacan, Güneş Taner'in bir benzetmesini anlatırken sayın Bakan'a haksızlık etmemiş ve ünlü olmaya namzet bir gafın düzeltilişini de haberine eklemiş.
Yoksa, Şamil Tayyar'ın Sabah'taki anlatımına göre, Taner, gazetecilerle sohbetinde, ekonomi politikasını eleştiren grup arkadaşlarından söz ederken şöyle konuşmuş: ‘‘...Eleştirmek kolay. Mozart büyük bir sanatçıydı. Üstelik sağırdı. Ama onu bile eleştirdiler. Bunlara kulak asmayın!’’
Nuray'ın aktarışı ise şu: ‘‘Mozart da tarihi bir sanatçıydı. Mozart da çok dâhi bir insandır. O da iş yaptı ve darbelere maruz kalmıştır, tenkit edilmiştir.’’ Gazeteciler, ‘‘Kendinizi Mozart'a mı benzetiyorsunuz?’’ diye sorunca da, ‘‘Benim Mozart'la alakam yok. Mozart dâhi bir insandır ve sağırdır. Ben ne sağırım, ne dâhiyim’’ demiş.
Nuray, ‘‘Taner, daha sonra, sağır olan bestecinin Beethoven olduğunu belirterek bu yanlışını düzeltti’’ diye ekliyor.
İnsanların ayaküstü konuşurken yaptıkları benzetmeleri yahut fazla düşünmeksizin gösterdikleri misalleri incelemek ilginç bir eğlencedir. Diplomalı ruhbilim uzmanı olmadan da bazı ipuçları yakalayabilirsiniz.
‘‘Kulak asmayın’’ sözü ve gereği yokken verilmiş yanlış sağırlık örneği, eleştiri duymak bile istemeyişin belirtisi mi acaba?
Ağızdan kaçan sözlerde Özal'ın ‘‘dâhi prensler’’ döneminden kalma bir özlem mi gizli? Beş yaşında menuet besteleyip altı yaşında konser veren bir Mozart'tan söz etmek, ‘‘harika çocuk’’ yakıştırmasını benimseyişin işareti mi?
Peki, tarihte başka bir yığın harika çocuk olduğu halde, niçin Mozart?
Kısacık ömrü boyunca yoksulluğa mahkûm kalan, ama eşsiz zenginlikte müzik mirası bırakarak insanlığı sonsuz vicdan rahatsızlığına mahkûm eden bir Mozart'tan söz etmek, bilinç altındaki utancın depreşmesi mi? Kamu malını satıp devleti zayıflatırken halkı da yoksullaştırmanın ve ancak içteki yahut dıştaki bazı kasaları biraz daha dolduruyor olmanın rahatsızlığı mı?
Taner'in katılımıyla karar alan ve Cumhuriyet Gazetesi'ne ‘‘Her şeyi satacaklar!’’ manşetini attırtan bir Özelleştirme Yüksek Kurulu ardından bunları düşünmemek zordur. Bir yandan ‘‘Doğru kaynak, doğrudürüst vergidir’’ derken, bir yandan da nasıl gerçekleştirileceği bilinmeyen 12 milyar dolarlık satış takvimiyle övünmek büyük çelişki. Listeye Telekom, Petrol Ofisi, Petkim ve Erdemir gibi kârlı kuruluşların konması, yasadaki ilkeleri bile çiğneyerek, özelleştirmeyi gelir kaynağı saymanın belirtisi değil mi?
Üstelik, kamuya gelir sağlayan ve birazcık çabayla daha da çok sağlayabilecek olan kuruluşları elden çıkarmak, kısa görüşlü bir kaynak anlayışından öteye, gelecek kuşakları uluslararası sermaye karşısında büsbütün çaresiz bırakan bir cumhuriyet mirasyediliğidir.
Hele bunu kamu hizmeti ve kamu yararı gibi kavramları ‘‘daraltarak’’ yapmayı tasarladıklarını duymak tüyler ürpertici. Bu ne biçim hukuk anlayışı ki, yasalarla daraltılamayacak kavramlar bulunduğunu ve Anayasa'nın vatandaşa tanıdığı her ekonomik ve sosyal hakkın devlet için mali kaynak ölçüsüne bağlı, ama asla büsbütün vazgeçilemeyecek bir kamu hizmeti ödevi doğurduğunu bilmez?
Cumhuriyet'in 75. yılında, bunu yapmaya kalksınlar da görelim bakalım.
Paylaş