Paylaş
Herrkes konuşuyor, bağırıp çağırıyor, hatta vurup kırıyor. Kamuda çalışanların sendikal hakları Türkiye'yi birbirine düşürdü.
Hatta, kamuda çalışanları da.
Başka birçok konuda olduğu gibi. Türkiye bu konuda da kavram kargaşasının kurbanıdır. Kafalar karışık olunca, ortalık karışır.
İşin kötüsü, karışıklık temel kavramları belirleyerek toplum düzenine açıklık getirmesi gereken hukuktan kaynaklanıyor.
Hem de, anayasa ve idare hukukundan.
Kamuda çalışanların sendikal haklarına ilişkin 1995 değişikliği bu kargaşa giderilmeden yapıldığı için, sorun büsbütün çapraşıklaşmıştır. Oysa, çözüm, ‘‘memur’’ ve ‘‘kamu görevlisi’’ kavramlarının doğru tanımlanmasına bağlı.
Kamu hizmeti gören herkes kamu görevlisi değildir. Örneğin, avukatlık kamu hizmetidir; ama serbest çalışan avukat kamu görevlisi sayılmaz. Kamu görevlisi sıfatını kazanması bir kamu kuruluşunda çalışıyor olmasına bağlıdır.
Ancak, her kamu görevlisi de memur sayılmaz. Bu konuda Türk anayasa sisteminin 1961'den beri süren temel ölçütü, memur statüsüne bağlanan görevin devletçe ve ‘‘diğer kamu tüzel kişileri’’nce genel idare esaslarına göre yürütülen kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli bir görev olmasıdır.
Ne var ki, karışıklık da tam bu noktada baş gösterdi. ‘‘Diğer kamu tüzel kişileri’’, belediyelerle başlayıp nerelere uzandığı pek bilinmeyen geniş bir kategoriyi içine aldı. Daha önemlisi, çeşitli yasalarla hem ‘‘genel idare esaslarına göre’’ yürütülmeyen hizmetler, hem de ‘‘asli ve sürekli’’ devlet görevi olmayan görevler için ‘‘memur statüsü’’nü genişleten uygulamalar getirildi. Örneğin, Devlet Memurları Yasası, ‘‘asli’’ olmadığı halde ‘‘sürekli’’lik taşıyan yardımcı hizmetleri memurluk kapsamına aldı. Oysa, devlette veya bir şirkette yapılan örneğin sekreterlik hizmetleri özde pek fark göstermez.
1982 Anayasası'nın 128. maddesi, karışıklığı biraz daha artırmış, ‘‘devlet ve diğer kamu tüzel kişilerinin arasına işletme niteliğindeki kamu iktisadi teşebbüsleri’’ni de katmıştır.
Kimsenin kabahati olmayan eski yanlışlarda ısrar etmek yerine bir an önce yapılacak başka şeyler vardır: ‘‘Kamu hizmeti görevlileri’’ni kısaca tanımlayan ve herkesin kolaylıkla kabul edebileceği yeni bir anayasa maddesi düzenlemek, ‘‘memur’’ kavramını yasayla büyük ölçüde daraltmak ve öğretim üyeleri, askerler, yargıçlarla savcılar gibi ayrı personel rejimine tabi ‘‘diğer kamu görevlileri’’ yanında, devletin gerçekten asli ve sürekli başka görevleri için doğru dürüst ‘‘kariyerli’’ bir memur kavramı oluşturmak.
Böyle bir süzme yapıldığı zaman görülecektir ki, sayıca iki-üç yüz bini geçmeyen ve toplu sözleşmeyi, grevi gerektirmeyen bir ‘‘devlet memurları’’ kategorisi ortaya çıkacak, ama onlar dışında kamuda görevli çok büyük sayıda insanın özeldekinden farklı olmayan işler yaptığı anlaşılacaktır.
Dolayısıyla, özeldekilerle aynı haklara sahip olmaları gerektiği de.
Böyle bir berraklığın ışığında, bu çok büyük sayıda insanın toplu sözleşmeli ve grevli sendikal haklarını tanıyıp düzenlemek işten değildir.
Onlar da, hem işçi sayılmanın haklarına sahip olmak, hem de memurluğun sağladığı statüyü sürdürmeyi istemek gibi bir çelişkiden kurtulacaklardır.
Paylaş