Paylaş
Hayret ki, ne hayret: Sanki teksesli bir koroymuş gibi, hep birden aynı şarkılar söyleniyor ya da, yerine göre, hep birden aynı susuş.
Belki bir-iki gazete ve kanal dışında, büyük basın ve televizyon dünyasında önemli konular bakımından hep aynı tutum, aynı yorum.
Bir bakıyorsunuz, yabancı sermaye gelsin diye hukukun ırzına geçiliyor; tık yok. Hiçbir protesto, karşı koyma kıpırdanışı söz konusu değil. Aksine, ‘‘İyi oldu, iyi olur inşallah!’’ diyen ortak bir sevinme ve iyimserlik.
Karşı koyan, toplantı düzenleyip bildiri yayınlayanlar olmakta; hiçbiri gazete sayfalarına, televizyon ekranlarına yansımıyor.
AB'ye tam üyelik tutkusuyla Ege ve Kıbrıs konularında tehlikeli flörtlere girişilmiştir; ‘‘Aman, dikkat!’’ diye yazan, konuşan pek az. Sadece, seyir.
Yunan Dışişleri Bakanı gelmiş, ‘‘Bu konuya KKTC muhataptır’’ dendiği halde, her fırsatta sözü Kıbrıs'a getirip oradaki Türk toplumunu boş vaatlerle çökertme propagandası yapıyor; büyük basında o sözlere açılmış koca sayfalar ve sütunlar dolusu övgü, televizyonlarda ona ayrılmış uzun programlar.
Niçin böyle? Bu acayip bakış ortaklığının mekanizmasını anlamak zor.
Dünyaya egemen olan güçler tepelerden emir mi veriyor? Hükümet, gizli yönergeler mi yollamakta? Gazete ya da kanal sahipleri öyle yazılıp öyle konuşulmasını mı istiyor? Sermaye çevreleri ‘‘Böyle olmazsa, ne kredi veririz, ne de ilan’’ mı diyorlar?
İşlerin bu derece çiğ biçimlere bürüneceğini düşünmek çağa haksızlık olur.
Dünyaya egemen olan güçler, etrafa emir yağdırmak gereğini duyacak kadar güçsüz hissetmezler kendilerini. Hükümetler, medyayı yönlendirmek şöyle dursun, onun korkusuyla yaşarlar ve medyayla iyi geçinmek için yapmayacakları yoktur. ‘‘İyi ürün çok satar’’ın ekonomide temel kural olduğunu bilen patronlar da, medyada doğru habercilikten uzaklaşıp tekdüze yorumculuğa saplanmanın kötü mal üretmek anlamına geleceğini bilecek kadar akıllıdırlar. Büyük sermaye ise, kötü mala para verecek kadar çılgın değildir.
O halde?
İki şeyden biri: Medya mensupları, ya bütün bunları bile bile, yine de ‘‘ne olur ne olmaz’’ deyip bir çeşit korunma ve bütün o çevrelerin hoşuna gitme içgüdüsüyle mesleklerinin temel kurallarına ihanet etmektedirler, ya da asıl velinimetlerinin halk kitleleri olduğunu ve onları doğru aydınlatmayı ana görev saymaları gerektiğini unutarak affedilmez bir nankörlük günahı işlemektedirler.
Unutmamak gerekir ki, Türkçeye de yerleşmiş olan ‘‘medya’’ sözü, ‘‘kitle iletişim araçları’’ anlamına İngilizcedeki ‘‘mass media’’ sözünden kısaltmadır. Burada önemli olan, ‘‘kitle’’ler, yani halk yığınları. Eğer ‘‘tiraj’’ ve ‘‘reyting’’ kavramları medyada en yüksek değer sayılmaktaysa, bu sayısal değerin de temelinde büyük çokluğun, yani doğru hizmet edilmesi gereken halk yığınlarının bulunduğu bilinmelidir.
Paylaş