Paylaş
Siyah saçlı, kara gözlü, kara bıyıklı, otuz yaşlarında, esmer iki erkek.
Bir de genç kadın: Buğday tenli, sarı saçlı, ela gözlü, kısa boylu.
Kara bıyıklı esmer adamdan geçilmeyen ve kadın saçlarının ne zaman renk değiştirdiği bilinmeyen bir Türkiye'de, kaç gündür, bu tariflerle, Ahmet'i öldürenleri arıyoruz. Bakalım, robotlar asıllarıyla buluşacaklar mı?
Kamuoyundaki beklentiyi karşılamak için yapılanlar, Yale Üniversitesi'nin bahçesine dikilen Nathan Hale heykelinin hikáyesinden daha az komik sayılmaz.
Yale, Amerika'nın en eski üniversitelerinden biri. Tam on sekizinci yüzyılın başında kurulmuş. ‘‘Kolej gotiği’’ denen mimari üslubunda, Oxford'la Cambridge'i aratmayacak kadar eski görünümlü binalar, hatta daha da eski görünsün diye tepesinden kezzap dökülüp taşları delik deşik edilen bir kule.
Ama, herhalde kampüsün en ilginç yeri, Nathan Hale heykelidir.
Yale'den 1773'te mezun olan ve onuruna anıt dikilen Nathan adlı delikanlı ‘‘Amerika'nın ilk casusu’’ sayılıyor. 1776-83 Bağımsızlık Savaşı sırasında İngiliz kuvvetlerinin arasına sokulup isyancı Amerikalılar için casusluk yaparken yakalanmış ve kurşuna dizilmiş. Heykelde de gözüküyor: Paltosunun astarı sökük; yakalandığında Yale diploması oradan çıkmış. İdama giderken söylediği söz de pek ünlü: ‘‘Vatanım için feda edebileceğim bir tek canımın olmasına üzülüyorum’’ demiş. Heykelin kaidesine onu da yazmışlar.
Ama, daha ünlü olan, heykelin benzetiliş hikáyesidir.
Amerika için canını veren genç kahramanın anısını yaşatmak ve öğrenciyken kaldığı yatakhane önüne heykelini dikmek akıl edilince, nasıl yapacaklarını bilememişler. O zamanlar, fotoğraf yok; sağken resmini yapmış olan da yok. ‘‘Nasıl biriydi?’’ diye yıllar sonra ona buna sorulduğunda sonuç, bizim ‘‘robot resimler’’ misali, milyonlarca Amerikalı'dan pek farklı olmuyormuş. Çareyi rektör bulmuş: Geçen yüzyılın başlarında bir gün, öğrencileri sıraya dizip ‘‘hazır ol’’da tutmuşlar; ‘‘en vatansever’’ duruşta olanı seçerek heykelini yapmakla işin içinden çıkmışlar.
Sivil giyimli heykel, geriye çekilmiş omuzları, ileriye fırlamış göğsü, kalçalara dayanmış yumruklarıyla öyle bir duruyor ki, düşmana meydan okuyan askerden hiç farkı yok.
Ama, herhalde, gerçek Nathan Hale ile hiçbir benzerliği de yok.
Milyonlarca insandan farksız tanımlanan cinayet faillerinin bulunamayışı, o failleri unutmamız için bir neden midir? Var olduklarını bile bile, sanki yoklarmış gibi davranarak yaşayıp gitmemiz yakışık alıyor mu?
Heykellerin bir işlevi de, unutulmazlığı sağlamak değil midir? O zaman, meçhul asker anıtları gibi, bir de ‘‘meçhul fail anıtı‘‘ dikmemiz gerekmez mi?
Bir Nathan Hale duruşunun aksine, hiç kahramanca olmayan, korkak, kalleş, kişiliksiz bir duruşu, yani bu ülkenin tepelerinde çok bol olan o arkadan vurucu duruşlardan birini seçip taşa dönüştürerek?
Paylaş