Paylaş
Profesör Nusret Fişek'in anıldığı törendeydiler: bir mühendis, bir teknisyen, bir de işçi. Bilim ödüllerinden sonra hizmet ödüllerine sıra gelince, Kocaeli depreminde gece gündüz çırpınan hemşirelerle birlikte, kurtarma çalışmalarına katkılarından dolayı onlara da plaket verilmişti.
Yüzlerce madenci adına.
Vardiya çıkışı, sabahın ilk saatlerinde, kazma küreklerini kapıp ocaklardan deprem bölgesine koşan, tıkanmış yolları yürüyerek aşan, yorgunluğu unutup enkaz aralayan, can kurtaran Zonguldak işçileri adına.
Onlar, kurtarma bittikten sonra, kameralarda boy göstermeden, ocaklarına dönmüşlerdi. Başkalarından çok söz edilmişti; onlardan hemen hemen hiç.
Ankara Tabip Odası, dayanamamış, ‘‘halk sağlığı’’nın kurucusuna adanan bir törende onları da ‘‘hizmet ödülü’’ne layık görmüştü. Sıkılgan, utangaç, sessizdiler. Biri, ‘‘Yıkım altında kalıp da kurtarmaya gelen bir insan sesi duymanın, uzanan bir yardım eli görmenin ne demek olduğunu biliriz’’ demişti.
Geçen gece yine Düzce'ye, Kaynaşlı'ya koşmuşlar.
Kozlu, Kandilli, Çaydamar, Üzülmez, Gelik, Karadon ocaklarından.
Evet, bir mühendis, bir teknisyen.
Yani, ocaklar kapanmasın, sinsi bir kapatış politikasıyla üretim her yıl biraz daha düşürülmesin, yatırımsızlık sürmesin, bütün Akdeniz havzasının en değerli taşkömürü rezervi körletilmesin diye didinen, çözüm üstüne çözüm öneren, ama seslerini dinletemeyen teknik kesimin temsilcileri.
Bir de işçi.
Yani, her gün ve her gece, sekizer saatlik üç vardiya boyu, 500-600 metre derinlikte, üstlerindeki her an çökmeye hazır milyonlarca ton ağırlığa, kayaya, deniz suyuna aldırış etmeden çalışan kazmacıların, domuzdamcıların, lağımcıların, dekovilcilerin temsilcisi. O da, bir zamanlar üç-beş bin liralık ücret kavgası için sendika arkadaşlarıyla birlikte yüzlerce kilometresini yürüdükleri aynı yoldan geçerek Düzce'ye gitmiştir herhalde.
Acılarla çevrili böyle günlerde, ülke insanlarının cefakárlığı ve fedakárlığı ile ülkeyi yönetenlerin beceriksizliği ve çapsızlığı arasındaki çelişkiyi düşünmeden durmak zordur. O insanlar bu yöneticilerce mi yönetilmeliydi? Yoksulluklarına, yetişme eksikliklerine karşın, yüzyılların derinliğinden gelen öz nitelikleriyle, daha iyi bir yönetime layık değil miydiler?
Alışılmış ucuz sözlere bakarsanız, ‘‘her toplum layık olduğu yönetimi bulur’’. Gerçekten öyle mi acaba? Yönetenler ya da yönetmeye soyunanlar konusunda halk yığınlarını yanıltan, övülmeye değmeyeni öven, yerin dibine batırılması gerekeni yücelten, nasıl olurlarsa olsunlar devletin tepesindekilerle iyi geçinmeyi kural bilen, bugünün plansız, hazırlıksız ve savruk Türkiye'sindeki suçluluk paylarını yüzlerine vurmayan, layık olmadıkları yerlere gelmelerine, oralarda tutunmalarına ve hálá kalmak istemelerine çanak tutan medyanın bu aldatışta hiç mi payı yoktur?
Paylaş