Paylaş
Televizyon şirketinin Altaylı ve Çölaşan'dan gelen ricaları kabul ederek Almanya maçını şifresiz yayınlamaya razı olup olmadığı, bu yazı yazılırken belli değildi.
Aslında, ricalarla, dualarla çözülecek bir iş sayılamazdı bu; çünkü, sporu ekranlarda seyretmek bile artık ticaret konusu olmuştu.
Yalnız Türkiye'de değil, dünyada da. Hem de tekelleşmeye varacak kadar.
Şu olaya bakın: Halkın doya doya seyretmek istediği bir maçı yayınlayabilmek için Almanya'ya 600 bin dolar ödeyen şirket, reklamlarla bunu çıkaramayınca ister istemez paralı şifre kullanmak zorundadır. Çünkü o da, kıran kırana yarışmanın egemen olduğu medya piyasasında tutunmak istiyor.
Oysa, ‘‘Milli maçları yayınlamak kamu hizmetidir ve bir kamu kuruluşu olan TRT bu hizmeti yerine getirmekle yükümlüdür’’ dense, bütün bunların hiçbiri olmayacak.
Hemen, ‘‘Maç nakli kamu hizmeti sayılır mı? Öyle şey olur mu?’’ diyebilirsiniz. Oysa, bal gibi olur. Kamu hizmeti, ülkelerin ve toplumların özelliklerine göre değişen ve çeşitli anlamlar kazanan bir kavramdır.
Gelir düzeyinin yüksek olduğu, herkesin spor yaptığı, spor yapmak ve seyretmek için bol olanak bulduğu bir ülkede, milli maç nakletmek kamu hizmeti sayılmayabilir ve böyle bir ticarileşme olağan görülebilir. Ama, çoğu zaman tek eğlencesi televizyon seyretmek olan, futbol merakının özellikle yoksul ev içlerine kadar girdiği bir toplumda, halkın bu gereksinmesini karşılamak, neredeyse aynı evlere su, ışık, doğal gaz getirmek kadar temel bir kamu hizmeti değil midir? Bunun şaibeli ihalelere ve tartışmalı tekellere konu olması kadar ters bir şey olabilir mi?
Hele, resmi liglere şirket adlarının verilmesi, Rekabet Kurulu kararlarına karşı pervasızca direnilmesi ve para çarklarına kapılmış bir Futbol Federasyonu karşısında ünlü bakanların bile aciz kalması kadar acı ve devlet-halk ilişkileri açısından utanç verici bir şey olabilir mi?
Türkiye, kamu hizmeti kavramını genişletmek yerine daraltmanın ve hafife almanın devleti halk yığınlarının gözünde hangi durumlara düşürdüğünü çoktan görmüş olmalıydı.
Anayasa Mahkemesi'nin elektriğin üretimi gibi iletimini ve dağıtımını da kamu hizmeti sayması ve Danıştay denetimini zorunlu sayması boşuna mıydı? İstanbul'un Anadolu yakasındaki dağıtım böyle bir hizmet ve denetim anlayışının gereklerine uyulmadan Aktaş'a verildi de ne oldu? Yetersizlik, hukuksuzluk ve yolsuzluk paçalardan akarken aynı şirketle sözleşme yenilemek, bu rezalet karşısında sabrı tükenmiş olan Kadıköy halkını ayaklandırmaz mı?
Aynı biçimde, yaygın futbol sevgisini servete çevirme tutkusuyla insanların doğal gereksinmelerini ve duygularını hiçe sayan paragöz uygulamalar, halk yığınlarını isyan ettirecek boyutlara varmış olamaz mı artık?
Tepkilerden doğabilecek olayların sorumluluğunu kim yüklenecektir?
Paylaş