Paylaş
Cumhuriyet'in 75. yılında Lozan Antlaşması'nın da yaş günü kutlanıyor.
Geçen hafta, günlerden cumartesi. Antlaşma görüşmelerinden bir bölümünün yapıldığı ve İsmet Paşa heyetinin konakladığı Beau-Rivage Palace'taki kutlama konferansın son oturumu: 2023 yılında, yani cumhuriyet 100 yaşına girdiğinde, Türkiye'nin nerede olacağı, küreselleşen ve bölgesel bütünleşmelere giden dünyada nasıl bir rol üstleneceği tartışılıyor.
Amerika'nın Duke Ünversitesi'nden Profesör Bruce Kuniholm, alışılmış ‘‘köprü’’ ve ‘‘örnek’’ laflarını etmekte: Atatürk, İnönü ve hele Özal'ın başardıklarıyla kalkınan Türkiye, özelleştirmeyi de tamamlarsa, Batı'dan Doğu'ya uzanan köprü konumu sayesinde başkalarına iyi örnek olabilirmiş.
‘‘Avrupa kalmadı; Orta Asya verelim!’’ diyen Türkler de var.
Türkiye'nin gizli kapaklı herşeyini bilen ve ayan beyan herşeyinde de parmağı olan Paul Henze, Asya'daki ‘‘Türk kolejleri’’nin başarısını övüyor. Fethullah'çılıktan hiç sözetmeden.
Bu arada, Ankara'dan haberler geliyor: Cumhuriyetin büyük eserlerinden olan ve Türkiye'nin ‘‘kalkınma ekonomisi’’nde neredeyse simge sayılan Sümerbank'ın satıldığı kişi İstanbul Emniyeti'nde gözaltındaymış. Çürüyüşün bu noktalara gelmiş olması, insanı derin derin düşündürmekte: Kendine çekidüzen verememiş ve başkalarının çıkarlarından bağımsız olarak karar alamayan bir Türkiye'nin üzerine yüklenmek istenen rollerle sürüklenebileceği olasılıklar akılları kurcalıyor.
Roller, acaba Türkiye'nin gerçek çıkarları gözönünde bulundurularak önerilerilen ve teşvik edilen roller mi? Yoksa, taşeronluk rolleri mi söz konusu? Örneğin, etki ve çıkar sınırlarının kritik uç noktalarında açılan ‘‘Türk kolejleri’’ acaba ‘‘ılımlı İslam’’ı yayma konusunda başkalarınca oluşturulmuş küresel bir stratejinin parçası mı? Bu stratejiye hizmet etmek, Kemalist Devrim'in laiklik ilkesini nasıl törpüleyebilir?
Bütün bunları akıldan geçirince, Lozan'da kazanılan bağımsızlığı akıllıca sürdürmenin temel koşulu olarak bağımsız düşünebilmeyi başarmanın önemi kendiliğinden ortaya çıkıyor. Zaferi kazananlar, başkalarının söylediklerini sorgulamak ve kendi ortak akıllarının süzgeçinden geçirme yeteneğine sahip olmasalardı, o zamanın ‘‘yeni dünya düzeni’’ne kafa tutabilirler miydi? ‘‘Çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak’’ gibi muazzam bir hedef böyle bir büyük iddianın belirtisi değil midir?
Bgünün ‘‘yeni dünya düzeni’’ yıkılmaya yüz tutar ve Uzakdoğu'da başlayan çatırtının sesleri yavaş yavaş Rusya'yla Güney Amerika gibi yerlerden de gelirken, Türkiye'nin en acil sorunu başkalarının çıkarcı etkilerinden ve kendisinin yanıltıcı saplantılarından kurtulmaktır. Köprücülük, kendini düzeltmeye değil, başkalarının bir yerden bir yere gitmesine yarıyor; değerlerinin özünü kavramadan ve okonomisiyle yarışır duruma gelmeden Avrupa'nın kapısını zorlama saplantımız da pahalı ödünlere maloluyor.
Bunlardan kurtulup Lozan sonrasındaki yön duygusunu yeniden bulmuş bir Türkiye, rollerini de kendisi saptayan bir Türkiye olacaktır.
Paylaş