Kuvvet ve diplomasi

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Genellikle sanılanın aksine, kuvvet üstünlüğü kartını elde tutarak yürütülen diplomasi, diplomasilerin en güç olanıdır. İyi yürütülmezse, zorbalık görüntüsüne bürünmesi işten değildir.

Ankara'dan bakıldığında, PKK'yı kanatları altında koruyan bir Suriye'nin yıllardır süren ‘‘kötü komşu’’ tutumunu haklı bulmak elbet düşünülemez. Ancak, unutmayalım ki, çoğu zaman bize doğal görünen durumlar başkalarına başka türlü gözükebilir. ‘‘Komşu hainliği’’ saydığımız PKK-Suriye ilişkisini, ne yazık ki, ‘‘bir ulusal kurtuluş savaşının dıştan desteklenişi’’ olarak görenler çıkabiliyor.

Olayı böyle görenlerin Suriye üzerinde yürütülmeye çalışılan ‘‘kuvvet diplomasisi’’ne de başka türlü bakmaları şaşırtıcı değildir.

Handikaplarımızı iyi bilmeliyiz.

Birincisi, en haklı olduğumuz durumlarda bile karşımıza çıkan bir ‘‘imaj’’ sorunu var. Yüzyıllar boyu yaratılan ‘‘kuvvetten başka şey bilmeyen gaddar Türk’’ imajı, başkalarının rahatlıkla oynadıkları ‘‘kuvvet ve diplomasi’’ karışımı taktiklere bizim başvurmamızı güçleştiriyor.

İkincisi, derdimizi anlatmaktaki beceriksizliğimizdir. Başkaları en haksız oldukları durumları allayıp pullayarak en büyük hak davası diye sunarken, biz haklılığımızı kendi elimizle haksızlık görüntüsüne çevirmekte birinciyizdir.

Üçüncüsü, yakın tarihten kalma birtakım duygular ve hınçlar, beklenmedik durumlarda karşımıza şaşırtıcı dayanışma duvarları çıkarabilir. Aralarındaki geçimsizlikler hep bilinen ve birlikte davranabildikleri pek görülmeyen Arap ülkelerinin Türkler söz konusu olunca nasıl bir araya gelebildiklerini çeşitli vesilelerle görmüş değil miyiz? Lawrence diplomasisinin gücü, hâlâ din kardeşliğinin ve yüzlerce yıllık birlikteliğin etkisinden daha ağır basıyor.

Zaten, dördüncü handikap da bu noktayla ilgili: Batılı dostlarımız, kendi çıkarları söz konusu olunca, evrensel ölçülere göre haklı sayılmamız gereken durumlarda bile hak kavramını kolaylıkla unutabiliyorlar. Suriye ile takışmada da, Paris'in Şam'a arka çıkması, Amerikan basınının terör karşıtlığını unutması, Tel-Aviv'in birdenbire barışçı kesilmesi ve perde arkasındaki İngiltere'nin bu tablodan yararlanmaya kalkışması hiç şaşırtıcı olmamalıdır.

Handikapların çokluğu, Türkiye'yi iki davranıştan birine itebilir.

Birincisi, ‘‘Ne yapsak yanlış gözükecek’’ deyip doğru bildiğimizi yapmak ve Suriye sorununu da kendi gücümüze güvenerek ‘‘paldır küldür’’ çözmektir.

İkincisi, ‘‘kendi gücümüze güvenme’’yi bir de başka türlü almak ve ‘‘akıl gücü’’müzü kullanarak sorunları sorun olmaktan çıkarmaktır. Zaten ‘‘Kürt sorunu’’ denen sorunun büyükçe bir bölümü, gereksiz yasaklar yüzünden kendi elimizle yarattığımız durumlardan kaynaklanıyor. Onları özerklik statüsüne bile gerek bırakmayan özgürlükçü bir yaklaşımla ortadan kaldırmak ve dünyaya parmak ısırtan askeri başarının ardından bölge kalkınması için planlı bir seferberliğe girişmek, ne kadar güç olursa olsun, yine de bütün o Allah'ın belası handikaplarla uğraşmaktan daha kolay değil midir?



Yazarın Tüm Yazıları