Paylaş
Türkiye'nin siyasal yaşamı, görünürde, ana çizgileriyle gitgide daha çok ondokuzuncu yüzyıl Fransası'nın siyasal yaşamına benzemekte.
Tıpkı geçen yüzyılın Fransası gibi, Türkiye'nin de birbiriyle zaman zaman örtüşen, zaman zaman da kesişen iki temel kutuplaşması var: Biri siyasal rejime ilişkin, öbürü de ekonomik ve sosyal sistemle ilgili.
Fransa uzun süre, Büyük İhtilal'in yandaşlarıyla karşıtları arasındaki çelişkiyi, hatta çatışmayı yaşadı. Çağına göre, çeşitli adlar aldı bu kutuplaşma: Cumhuriyetçilerle kralcılar, laiklerle Katolikler, devlet okulu yandaşlarıyla kilise destekli öğretimi savunanlar. Kutuplaşma, farklı dönemlerde, içten içe, sinsi biçimde sürdü. Hatta, İkinci Dünya Savaşı sırasında ve işgal altında bile. Sonra, Yirminci Yüzyıl'ın ikinci yarısında, yavaş yavaş, sivrilikler kayboldu, köşeler yuvarlandı; hálá bazı izler kalsa da, hemen hemen bütünüyle cumhuriyetçi bir Fransa doğdu.
İkinci kutuplaşmanın serüveni de az çok buna benzer. Büyük İhtilal'in sancılı aşamalarla burjuvazi-aristokrasi çelişkisini çözmesi elbet ekonomik ve sosyal düzen değişikliğiyle ilgiliydi; ama, daha sonra gelen sınaileşmenin ve kentlileşmenin sancıları, ekonomik ve sosyal yaşamdaki etkileri bugün de bir ölçüde süren bir başka kutuplaşma yarattı. Ama artık, o alanda da çelişkileri büyük ölçüde azalan bir Fransa ortaya çıkmıştır.
Türkiye'de tablo bu kadar açık seçik değil. Her şey birbirine daha çok karışmış durumda.
Bir kere, cumhuriyetçi ihtilal bir kurtuluş mücadelesiyle birlikte yaşandı. Asker ve bürokrasiyle birlikte, eşrafın, hocaların da katıldığı bir kurtuluş mücadelesi. Rejim kutuplaşması, daha sonra, sosyal ve kültürel devrimler başlayınca, Fransa'dakinden farklı olarak, kansız, alttan alta, sinsi biçimde oluştu. Yine Fransa'dakinden farklı olarak, bu kutuplaşmanın bütünüyle sona erdiği söylenemez. Hatta, o bakımdan, hafifleyerek de olsa hep sürecek olan, birlikte yaşamayı öğrenmemiz gereken bir ikilem var. Yeryüzünü de ayrıntılarıyla düzenlemek isteyen, dolayısıyla siyasallaşmaya yatkın bir din gerçeği söz konusu.
İkincisi, ekonomik ve sosyal düzenin sınıflar ve bölgeler arası kutuplaşmaları, uluslararası ters etkilenmeyle, Fransa'dakinden farklı olarak, azalmıyor, uçurumlaşıyor.
Türkiye'de ‘‘merkez sol’’ diye bilinen iki büyük sol partinin, CHP ile DSP'nin dramı, bu çelişkili gidişlerin kesiştiği noktalara uygun politikalar üretememiş olmalarıdır. Bu bakımdan, birinin beklenen rüzgarlı başarısına, öbürünün de çıta atmasına aldanmamak gerekir. Çünkü, birinci kutuplaşmanın bir ucunda, çelişkilerin kesişme noktalarında çekici gözükebilecek tutumlar veya çalışma yöntemleri sergileyen bir parti var: Şimdi Fazilet adını almış olan.
Hem de, öbür partilerden çok daha ‘‘parti’’ olan bir parti. Örgütlenişi, yeni teknoloji kullanışı, üyelik ve propaganda usülleriyle çok daha ‘‘modern’’. Üstelik, derinden, vaveylasız, zemine ve zamana uygun çalışan.
Bütün söylenenlere ve yazılanlara karşın, seçim sonuçları o kesimde yine beklenmedik rakamlar ortaya koyabilir.
Çünkü iki temel kutuplaşmanın kesiştiği noktalardaki boşlukları asıl doldurması gereken merkez sol, hálá ya çözümsüz, ya da örgütsüz.
Paylaş