Kuşseverlik ve Elenseverlik

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Ege'de egemenliği tartışmalı tam 152 ‘‘coğrafi formasyon’’ var.

Yani, adacık, kayalık gibi şeyler.

Haritalarda adı bazen yazılan, bazen yazılmayan.

Üzerinde hiçbir ademin yaşamadığı.

Hatta, adı bile bilinmeyen, yahut yerel denizcilerin ve balıkçıların değişik biçimlerde adlandırdığı.

Bunların kimin egemenliğinde bulunduğunu kesin olarak saptamaya ne Balkan Savaşı sonrasının Londra ve Atina antlaşmaları yetiyor, ne de Lausanne metni ve Oniki Ada'yı İtalya'dan alıp Yunanistan'a veren 1947 Paris Antlaşması.

O metinlerde kullanılan ‘‘bitişik’’ ya da ‘‘bağlı’’ sıfatları da yetersiz.

Ankara Atina'ya seslenip ‘‘Buyurun masaya oturalım ve bunların kimin egemenliğinde bulunduğunu iyi komşuluk anlayışıyla konuşup kararlaştıralım’’ diyor; Yunanistan ise, Kardak ya da onların deyimiyle ‘‘İmia’’ diye tutturmuş, ‘‘Onu Lahey Adalet Divanı'na götürün; kıta sahanlığı sorunu dışında Ege'de sizinle görüşecek başka konumuz yok!’’ diye konuşuyor.

Son olarak da, tartışmalı ‘‘formasyon’’lardan 14'ünün kuş gözetleme istasyonları kurulması için Avrupa Birliği'nin çevre programına alınmasını istedi.

Şimdi, söz konusu adalarda kuş gözetleme istasyonları kurma girişiminin ne anlama geldiğini ayrıca açıklamaya gerek var mı?

İngilizler gibi birtakım ‘‘ilginç ilgi’’ sahibi halkların kuş gözetleme merakları bulunduğu bilinirdi de, doğrusu, çok daha ‘‘yere yakın’’ ve ‘‘insanca’’ ilgileri bulunan Egeli komşularımızın kuşlara bu denli düşkün olduğu bilinmezdi. Düşünün ki, her işi ve zevki bırakıp ıssız adaların kel tepelerinde birkaç çalı gerisine çökerek kuş bekleyecek, neler yaptıklarını, nasıl seviştiklerini gözleyeceksiniz. Aklınız alıyor mu bunu?

Aklınız alsa bile, Yunanistan gibi bir devletin birkaç adaya kuş gözetleme kulesi kurmak için Avrupa Birliği'nin çevre programına girmeye gerçekten muhtaç olduğunu düşünebilir misiniz?

Amaç, boş adacıklar ve kayalıklarla Avrupa'yı bir ucundan ilgilendirmek, ilişkili kılmak ve gerektiğinde Türkiye'nin karşısına dikebilmektir.

Ama, önemli olan şu: Atina'nın kötü niyeti belli de, Avrupa'nın niyeti pek belli mi? Ankara'yla yeniden ‘‘siyasal diyalog’’ kurmak isteyen bir Avrupa Birliği‘nin, komşular arasındaki gerilimi körükleyecek böyle bir girişimi gündeme bile almayacağını söylemesi gerekmez miydi?

Bu noktada dosta düşmana söylenecek bir çift söz var: Türkiye’nin Ege ve Kıbrıs'taki haklarını korumak için göze alamayacağı şey yoktur ve adım adım körüklenen bir gerilim hiç beklenmedik bir anda Ege'nin bu kıyısından öbür kıyısına verilecek çok sert bir karşılığa dönüşebilir.

Başkalarının, hem de çok güçlü olanların pes ettiği Güneydoğu terörü gibi durumlarla bile başedebilmiş bir Türkiye'nin, diplomatik çabalar ve sayısız uyarılar para etmeyince, böylesine yaşamsal davalar için elindeki gücü kullanmaktan başka çare bulamayacağı durumlar olabilir.

Atina, inşallah, böyle bir olasılıkta, Avrupa'nın kendisine kalkan olacağını veya olabileceğini düşünmek gibi yanlış bir hesabın içinde değildir.













Yazarın Tüm Yazıları