Paylaş
Şu satırlar, Sabah Gazetesi'nde köşe sahibi bir İngiliz'in, Andrew Finkel'in, ‘‘Sızlanan Türkiye’’ başlığıyla yayınlanan cuma günkü yazısından alınma: ‘‘Şansa bakın ki, Türkiye yakın gelecekte yine bir pazarlık olanağına kavuşuyor. Önümüzdeki pazartesi günü İngiliz Dışişleri Bakanı Robin Cook, Ankara'ya resmi bir ziyarette bulunacak. Bu ziyaret, özel olarak Avrupa Birliği'yle Türkiye arasında 25 Mayıs'ta yapılacak Ortaklık Konseyi toplantısının hemen öncesine gelecek şekilde planlandı. AB'yle ilişkilerin dondurulması kararına rağmen bu görüşmelerin yapılmasına karar verildi. Bu, sağduyunun her şeye rağmen galip gelebildiğini gösteriyor.’’
Sami Kohen de, aynı gün, Milliyet'teki sütununda şöyle yazmaktaydı: ‘‘AB yetkilileri, Ankara'daki temaslarda bu konuda bir mutabakat sağlandığı takdirde, önümüzdeki ay Cardiff'te yapılacak AB zirvesinden o doğrultuda yeni bir deklarasyonun çıkabileceğini söylüyorlar.’’
Türkiye-AB ilişkileri açısından Ankara'nın ağzına bir parmak bal sürerek Kıbrıs tıkanıklığını açma ve KKTC'yi tanımadan Denktaş'ı masaya oturtma planları yapıldığı açıkça belli.
Acaba ‘‘bir parmak bal’’ ne olabilir?
Deneyimli Kohen şöyle yazmakta: ‘‘Kimse, Cardiff'te Lüksemburg'daki kararın iptali ve Türkiye'nin ‘Onbirler' arasında ‘aday' olarak kabulü anlamında açık bir beyan ya da karar beklemiyor. Ancak, Cook'un üzerinde çalıştığı bildirilen formül, pratikte adaylık ve ileride üyelik yolunu açacak olan, ama bu aşamada AB ile Türkiye arasında organik bağlar kurmayı amaçlayan görüşleri kapsıyor. Diğer bir deyişle, direkt adaylık yoluna paralel ikinci bir yol (track II) düşünülüyor.’’
Türkçesi şu: Gümrük Birliği için Avrupa'ca üstlenilen mali yükümlülükler konusunda Atina'nın vetosu ve Almanya'nın yan çizişi resmen kırılmayacak; şuradan buradan biraz sadaka devşirilerek Ankara'ya aktarılacak; karşılığında da Denktaş'taki direncin kırılması istenecek!
Ankara'nın birkaç milyon ‘‘Ecu’’ uğruna Kıbrıs tezinden vazgeçebileceğini sananlar bu çeşit kuşluklar düşünebilirler. Ama, onları boş umutla Ankara yollarına düşmekten caydıracak kesin bir tutum niçin ortaya konmaz?
‘‘Birinci sınıf üye olabileceğimiz güne kadar Avrupa'yla siyasal diyalog istemiyoruz; resmen tanınmadan KKTC de masaya oturmaz!’’ diyerek.
Yoksa, Cook'un gelişinden yahut anlamsız bir Ortaklık Konseyi'nden medet uman ve hafiften hafife siyasal diyaloğa geçerek uzlaşıcı olmanın dış aferinlerine heveslenenler mi var? İngiltere'nin bitmek bilmeyen arlanmaz girişimlerine alkış tutan bazı kalemlere ve İstanbul iş çevrelerinin dinmez çırpınışlarına bakılırsa, galiba öyle.
Bu ortamda, İngiliz Savunma Bakanı ile İngiltere'nin Kıbrıs konusundaki özel temsilcisinin ve Avrupa'dan sorumlu Yunan bakan yardımcısının katıldığı Bilderberg toplantısında Türk Dışişleri Bakanı'nın da bulunması yahut Kinkel'i Ankara'ya çağırması, ‘‘uzlaşma diyaloğuna teşnelik’’ diye yorumlanmaz mı?
Yunanistan'ın tartışmalı Ege adacıklarında ‘‘kuş gözetleme ve besleme’’ programına küstahca destek veren ve bunun o denizde silahlı çatışmayı kaçınılmaz kılacağını bile bile böyle davranan bir Avrupa Birliği ile hâlâ siyasal diyalog aramanın ne anlamı kalmıştır?
Paylaş