Mümtaz Soysal: Küçük ve büyük yanlışlar

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Sayın Başbakan, Amerika yolculuğuna çıkarken, dalgınlıkla 30 Eylül'ü 30 Ağustos'la karıştırıp ‘‘Vatandaşlarımın bayramını şimdiden kutlarım’’ dediğinde medyanın kıyamet koparışını anlamak zordu. Ülkenin büyük çıkarları bundan zarar mı görmüştü de ortalık velveleye verilmekteydi?

Yoo, ülkenin büyük çıkarları zarar gördüğünde kılını kıpıdatmayan medya, her zaman olduğu gibi böyle bir olayda pireyi deve yapmıştı. Oysa, her zaman herkesin başına gelebilen ve düzeltilmesi çok kolay, basit bir bilinç kayması söz konusuydu.

Öyle yanlışlar, başka sütunlar gibi bu sütunda da oluyor.

Örneğin, Meclis KİT Komisyonu'ndaki GSM lisansları tartışmasında kamu malına sahip çıkan MHP Ağrı Milletvekili Nidai Seven'den söz edilirken seçim çevresi Artvin diye yazılmışsa, böyle bir yanlışı şimdi olduğu gibi bir başka yazıyla özür dileyerek düzeltirsiniz, olur biter.

Ya da, geçen gün AB adaylığına değer biçen bir yazıda olduğu gibi, saat farkı yüzünden New York'un sabah karanlığında ‘‘Kırk para beş kuruş ederdi’’ diye yazmışsanız, biçtiğiniz değeri gereksiz yere beş misli artıran ve kendi çocukluk anılarınıza bile ihanet eden böyle bir mahmurluk hatasını ‘‘Kırk para bir kuruş ederdi’’ diye düzelterek her şeyi yerli yerine oturtursunuz.

Bunlar, kimseye zarar vermeden düzeltilebilen küçük yanlışlardır. Dünyanın ‘‘en nitelikli ve en hacimli gazetesi’’ sayılan The New York Times'ta her gün böyle bir ‘‘düzeltmeler’’ sütunu yayınlanır.

Düzeltilemez olan, aslında doğru olan tutumları herkes ‘‘yanlış’’ demeye başladı diye savunmaktan vazgeçip kendi doğrularına ihanet edişteki yanlıştır.

Bu konuda da belki en iyi örnek, yine Sayın Başbakan'dan verilebilir.

Son yıllarda moda oldu: Herkes, ‘‘Atina AET üyeliği için başvururken Ankara'nın başvurmayışı hataydı’’ diyor. Başbakan, geçen hafta, bir gazetecinin ‘‘Vaktiyle tam üyeliğe karşı çıkmışken şimdi nasıl olur da Helsinki kararına sevinirsiniz?’’ demeye gelen sorusunu ‘‘Ben AB'ye hiç karşı çıkmadım; o sırada Türkiye ağır bir ekonomik bunalımdan geçiyordu, onun için başvurmadık’’ diye yanıtladı.

Oysa, gerçek şuydu: O günün ekonomik kadroları ve Devlet Planlama Teşkilatı doğru bir tez savunmakta ve ‘‘Türkiye bugüne kadar başarılı sonuçlar elde edilen planlı kalkınmayla sağlam bir sınaileşmeyi gerçekleştirmeden Avrupa'ya yamanmak ters sonuç verir’’ demekteydiler. Yanlışlık, bu görüşte değil, o tarihlerden sonra Demirel'cilerin ve Özal'cıların savruk politikalarıyla ‘‘planlı kalkınma’’ kavramının rezil edilmesindedir. O rezillikler olmasaydı ve Türkiye son çeyrek yüzyılda doğru dürüst yönetilseydi bugünün Avrupa'sıyla çok daha onurlu ve başabaş bir ilişkiye girilebilirdi.

Sayın Başbakan, bunları dile getirip hem gerçeğe, hem de kendine sadık kalamaz mıydı?

Ne var ki, tutarsızlığın adı ‘‘çağa uymak’’ olunca, insanlar kendi doğrularına uymayı bile unutabiliyorlar. Bu yanlışı ise kimse düzeltemez.

Yazarın Tüm Yazıları