Paylaş
Galiba, Batı Karadeniz bölgesine büyük zarar veren sel afetinden çıkarılacak ilk ders, kriz merkezinin ve kriz komitelerinin adlarına ilişkin: Olay sonrasını da krize dönüştürmeyen, yol gösterici bir başka ad bulmalı.
Kriz, organizmanın normal yapısında beklenmedik etkenler dolayısıyla ortaya çıkan olayın adıdır. Ama, kriz sonrasında yaşananların adı kriz olamaz. Kalp krizi geçiren adama kriz sayılacak bir hazırlıksızlık, eşgüdümsüzlük ve çaresizlikle müdahale ederseniz, adam ölür. Hastane, kriz sonrası için vardır.
Kriz, ivedi kararların alınmasını, olağanüstü, ama önceden belirlenmiş mekanizmaların devreye girmesini gerektirse de.
Elbette, olaydan alınacak genel dersler var.
Örneğin, bir daha görüldü ki, bütün baraj ve gölet yapımlarına karşın, kızgınlığı bir ölçüde olsun sınırlanmamış pek çok dere, çay ve deli ırmak hâlâ başıboş akmaktadır.
Altyapılar hep zayıf. Bir sel, örneğin Devrek gibi bir kasabada, belediye başkanlarının zor koşullarda taş üstüne taş koyarak kurdukları trilyonluk şebekeleri çökertiveriyor. Devlet, altyapıları sağlamlaştıracak kamu kuruluşlarını yeniden yaratmak zorunda. Müteahhit sisteminin sonuçları belli.
Tıpkı, Karabük'te bulunmayan su tankeri olayında olduğu gibi.
Bakan soruyor: ‘‘Karayolları'nın halk hizmetine verebileceği bir su tankeri de mi yok?’’ Yanıt, ‘‘Hayır, artık hiçbir şeyi emanet usulüyle yapmayıp her şeyi müteahhide verdiğimiz için, tankersiziz!’’
Kriz sonrasının yönetimine ilişkin dersler çok daha öğretici.
Örneğin, iletişim alanında. Hem haberleşme, hem de ulaşım olarak.
Afetler haberleşme altyapısını bozar, telefon tellerine, yansıtıcılara zarar verir, cep telefonlarını bile çalışmaz duruma sokabilir. Ama, telsiz frekans farkı yüzünden askerle polisin haberleşemeyişi doğal mıdır? Başka durumlarda farklılık olsa bile, afetler için ortak frekans belirlenemez mi?
Afetlerin karayollarını, tren hatlarını bozması beklenir. Ama, Bartın ve Karabük'le birlikte eski Zonguldak ilini oluşturan bütün bir yörenin havaalansız bırakılması, Saltukova'nın hâlâ açılmamış kalması olacak iş midir?
Afetler, havaalanlarını bile kapatabilir. Ama, devletin elinde, savaş amaçlı askeri helikopterler dışında, sel ve depremde, orman ve sanayi yangınlarında, büyük tren, uçak ve deniz kazalarında, çevre kirliliği denetiminde ve her türlü sivil hizmette ‘‘tek havuz’’dan ortaklaşa kullanılan büyük bir helikopter filosu niçin yok? Hep dıştan büyük bedeller karşılığı kiralananlarla veya bir-iki kuruluşun iki-üç helikopteriyle mi yetinilecek?
Bir başka olay daha yaşandı ki, biraz da Türkiye'nin ortak ayıbıyla ilgili.
O olay üzerinde ne basın ve televizyonlar durdu, ne de Bayındırlık Bakanı, kendi sorumluluk alanına girdiği halde, birkaç kilometre gidip hasarı görmek zahmetine katlandı: Sel, Bartın Irmağı'nı Bartın Limanı'ndan ayıran rıhtımı yıkmış, yol bağlantısını koparmış, mendirek içiyle denizaltı sığınaklarını moloz ve çamurla doldurmuştu. Kimse bundan söz etmedi; görüntüsünü vermedi.
Kazalarla kan gölüne dönseler ve sellerle kapansalar da, karayolları hâlâ Türkiye'nin gözbebeğidir. Liman ve denizi düşünen yok.
Paylaş