Paylaş
Avrupa Birliği'ne tam üyelik için Türkiye'nin önüne konmuş ek koşullardan biri olan ‘‘Kıbrıs'ta çözüm’’ konusu, etkili bir koza dönüştürülme olanağını da kendi içinde taşıyor sayılabilir. Yeter ki konu, gereken dikkat ve emek yoğunluğuyla ele alınabilsin.
Bu bakımdan, bazı saptamalar çok önemli.
Birincisi şu: Herhalde, bundan sonra, çözümü gerçekten isteyen, istiyor olması gereken tarafın Türk tarafı olduğunu kimse inkár etmeyecektir.
Çözüm, Türkiye'nin tam üyelik görüşmelerine başlayabilmesi için önündeki engellerden birini kaldırmasına yardımcı olacak. Bu kesin.
Daha önemlisi, Kuzey Kıbrıs halkını ‘‘çözümsüzlük’’ ortamında tutabilmek bundan sonra daha da güçleşmiştir.
Artık, oradaki birçok insan şunu söyleyecek: ‘‘Rum tarafı AB'ye tam üye oldu olacak. Adaylık, Türkiye'nin de önünü açmışa benzer. Ya biz?’’ Ambargo altında ve dünyadan soyutlanmış durumda yaşamak, o insanlar bakımından kolay çekilir bir çile değil. Dolayısıyla, Kuzey Kıbrıs'ta ‘‘Ne pahasına olursa olsun, çözüm!’’ diyen sesler biraz daha çoğalacak, hatta direnme gücü ve onur duygusu zayıf olanların teslimiyetçi eğilimleri artacaktır. Bunun belirtileri iç politikada görülebileceği gibi, dıştan da daha önce başlatılmış olan ‘‘toplumu çökertme’’ çabalarına hız verilecektir.
Böyle bir saptamanın ardından asıl yapılması ve dünyaya çok iyi anlatılması gereken saptama, şu soruya verilecek yanıta bağlı: ‘‘Çözüm; ama, nasıl bir çözüm?’’
Kabul etmek gerekir ki, 31 Ağustos 1998'den beri Ankara ve KKTC tarafından ortaya konmuş olan ‘‘konfederal’’ çözüm, Ada'nın koşulları içinde oluşturulabilecek tek gerçekçi ve kalıcı çözümdür: Egemen iki devlet arasında, onların kimliklerine ve yerleşmiş çıkarlarına zarar vermeyecek bir yakınlaşma, pürüzlerin ve özellikle karşılıklı mülkiyet istemlerinin giderilmesine yönelik birtakım ortak mekanizmaların kurulması.
Ada'nın bütününü ele geçirme hevesinden vazgeçmemiş olan Rum politikacıların ve onlara çanak tutan bazı Atina çevrelerinin buna razı olmadıkları, kolay kolay da olmayacakları bellidir. Ama, önerinin ortaya atılışından sonra az çok anlaşıldı ki, bu tarz bir çözümün olabilirliği ve hatta gerekliliği dünyaya anlatılabilir.
Özellikle Bosna'da, Kosova'da ve Kafkaslar'da olup bitenlerden sonra.
Elbet, bu anlatma çabasının yoğunlaştırılması gereken yer, Avrupa'dır.
Orada zemin kazanıldıkça, Türkiye ve Kıbrıs'taki Türk tarafı üzerindeki ‘‘çözüm’’ baskılarının Rum Yönetimi'ne yönlendirilmesi kolaylaşacaktır. Böylece, İngiltere'nin ve başka Batılı aklıevvellerin öncülüğüyle Kıbrıs konusunda kurulan ‘‘Avrupa tuzağı’’nın tersine çevrilmesi pekala mümkündür.
Düşüncesizce atılmış adımlarla kaybedilen mevzilere rağmen.
Paylaş