Köşe

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Kaç aydır ısrarla söylenen bir söz var: ‘‘Türkiye Avrupa Birliği konusunda köşe sıkıştı’’ diyorlar. Hem kendi tam üyeliği, hem de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin başvurusu açısından zor durumdaymış Ankara.

Ne kadar moral bozucu, değil mi? Hem dışta, hem de içte, bunu söyleyip yazarken ağızlarından zevk salyaları akanlar var.

Dikkat edin, bunlar, şimdiye kadar, ‘‘Kıbrıs Türkiye'nin başına beladır; Kıbrıs'tan vazgeçmedikçe Ankara'nın başı beladan kurtulmaz’’ demiş olanlardır.

Onların dediklerine üzülüp kahrolmadan, ‘‘köşeye sıkışma’’ kavramı üzerinde biraz durmak gerek.

Ne demektir köşeye sıkışmak?

Elbette her karşılaşmada, pazarlıkta ya da müzakerede taraflar birbirini köşeye sıkıştırmak ister. Ama, karşınızdakinin bu çabası yüzünden köşeye sıkışıp sıkışmamak sizin elinizdedir: Köşeye giderseniz, köşeye sıkışırsınız.

Türkiye, yakın zamana gelinceye kadar, ‘‘Avrupa Birliği konusunda ille de tam üyelik isterim; bu olmazsa en azından kesin bir söz, belli bir takvim, iyi belirlenmiş bir perspektif verilsin’’ dediği için kendisini köşe sıkıştırmış, manevra alanını daraltmıştı..

Gümrük Birliği görüşmelerinde, ‘‘Mutlaka olmalı’’ dediği zamanki gibi.

Herkesin, ‘‘Bu kadar istediğine göre, herhalde gereken ödünleri de verir’’ diyerek ‘‘Onu da ver, şunu da ver’’ demeye başladığı günler unutulmadı.

Bazı ödünlerin bu yüzden verildiği de.

Gümrük Birliği'ni noktalayabilmek uğruna Yunanistan'ın şantajına boyun eğilerek Kıbrıs için tam üyelik görüşmelerine başlama takvimine böyle razı olunmadı mı? Politikacıların verdiği o ödünü düzeltmek amacıyla, sonradan, diplomatların ısrarı üzerine söylenen yemek nutku işe yaramış mıdır?

Şimdi, şöyle bir noktaya gelmiş olmak, sanıldığının aksine, Türkiye'yi rahatlatmıştır: ‘‘Tam üyelik için kesin söz, tarih yahut perspektif verilmese de olur; zaten verilseydi bile, gerekli koşullar hazır olmadığı için tam üyeliğin gerçekleşmesi uzun yıllar alacaktı; dolayısıyla bu istenen olmadı diye telaşlanmanın ve hele gereksiz ödünler vermenin anlamı yoktur.’’

Tutku, mantığı yıkar, sağduyuyu zedeler. Tam üyelik tutkusundan kurtulmuş bir Türkiye artık tabloyu salim kafayla değerlendirip yeni stratejiler oluşturacak durumdadır.

Geçen yıl sonunda Türkiye ve KKTC cumhurbaşkanlarının yayınladıkları bildirge ile 20 Ocak'ta Meclis'in aldığı karara ters düşmemek için, her iki devlet arasında zaten var olan bütünleşmeyi daha da belirgin duruma getirecek bazı adımlar elbet atılmalıdır. Brüksel'de beliren inatlaşma karşısında hareketsiz kalınamaz.

Ancak, Kıbrıs konusunda kapıların büsbütün kapatılması, Avrupa'ya dönüp ‘‘Artık bizim tam üyeliğimizi çabuklaştırmaktan başka çare yok’’ diyecek olan karşı tarafın ekmeğine yağ sürmek anlamına gelecektir. Tam tersine, Avrupa ‘‘Kıbrıs'ta çözüm’’ diyorsa, bizim de ‘‘çözüm’’ dememiz, onların önem verdiği kavramları bizim de vurgulamamız gerekir. Ama, vazgeçilmezlerden vazgeçmeden.

Böyle yapılmalıdır ki, karşı taraf görüşme masasına, hem de Türk tarafı için en elverişli olan Birleşmiş Milletler masasına çekilebilsin, Avrupa üyeliğinin iki kesimlilik, iki devletlilik, eşit egemenlik, güvenceler ve anavatanlara tanınacak özel haklar bakımından ne anlama geleceği orada enine boyuna tartışma ve çekişme konusu yapılabilsin.

Bir an önce tam üye olabilme ateşiyle yanıp tutuşan karşı tarafı köşeye sıkıştırıp gecikme huzursuzluğuna sokmanın eğlenceli bir yanı da olabilir.

Yazarın Tüm Yazıları