Paylaş
Siyaset sahnesindeki kargaşayı tanımlayabilecek bir tek sözcük var: Cciddiyetsizlik.
Türkiye, göz göre göre, hukuken hatalı, iktisaden sakıncalı, siyaseten tartışmalı bir erken seçime sürüklenmektedir.
Hem de örneğine şimdiye kadar rastlanmamış bir uygulamayla, dokuz ay öncesinden tarih belirleyerek ve genelle yereli birbirine karıştırarak.
Basındaki sütunlar bu konuda eleştirilerle, uyarılarla, hatta hicivlerle dolu.
Dünkü Hürriyet'te Muharrem Sarıkaya'nın çok güzel özetlediği gibi, siyaset sahnesindeki herkesin kendine göre bir gerekçesi, daha doğrusu kâr hesabı var.
Ama bu gerekçe ve hesapların, ülkenin genel çıkarlarına uygun olup olmadığı belli değil.
Daha doğrusu, şöyle söylemek gerek: Partilerin çeşitli gerekçe ve hesaplarla davranmaları çoğulculuk ve çokseslilik açısından doğaldır; ama, ortaya çıkacak sonucun demokrasi açısından toplumun büyük çoğunluğunu rahatlatıcı, huzura kavuşturucu ve genel kabul görücü bir nitelik taşıması gerekir.
Oysa, böyle bir görüntü yok. Toplum, pek akıl erdiremediği ve çoğu zaman partileri aşarak liderlerin kişisel hesaplarına uzanan bir oyunu seyreder gibi.
Öte yandan, seçim sistemine, adayların belirlenmesine ve ittifak olanaklarının oluşturulmasına ilişkin olarak yaratılan beklentilerin hiçbiri karşılanmamış. Kamu görevlilerin çekilmesine, bazı bakanların değiştirilmesine ve ‘‘alçak profilli hükümet’’in kurulmasına ilişkin belirsizlikler var. Hepsinden önemlisi, Anayasa'nın emri olan uyum yasalarından dıştaki vatandaşların seçmenlik haklarına ilişkin olanı tamamlanıp yayınlanmadan Meclis'in böyle bir karar alıp erken seçim yasası çıkarmasındaki Anayasa'ya aykırılık da ortada.
Devlet sistemi, basiretlerin bağlandığı böyle durumlarda toplumu ve siyasal güçleri sağduyuya çağıracak ve bütün ülkeyi aydınlığa kavuşturacak organ yahut makamdan büsbütün yoksun değildir. Cumhurbaşkanlığı ne güne duruyor? Fakat, tuhaftır, orada da bu konuya ilişkin bir sessizlik, anlamsızlıkları önleme konusunda isteksizlik seziliyor.
Sanki görünmez bir değneğin sihriyle çizilmiş çizgi üzerinde kör bir gidiş söz konusu.
Bereket, toplumda öyle bir kurum var ki, bu kısa görüşlü hesapları, tepkisizlikleri ve seyircilikleri aşmakta, hem partilere ve liderlere, hem de toplumun bütününe mantıklı davranış yollarını göstermeye çalışmaktadır: basın.
O da olmasa, siyasal kadrolarla halk yığınları arasındaki kopukluk tam bir uçuruma dönüşecek. Soru işaretlerini, kaygıları, tereddütleri dile getiren, yanlışları önlemeye çalışan, düzeltici önerileri yapan hep o.
Siyasetin yönetici kadroları, yakın çevrelerini aşarak basındaki sütunlara göz gezdirebilseler, kör gidişin önündeki çukurları görebilecekler.
Ama bu ülkede her şeye vakit bulunur da, okumaya bulunmaz.
Paylaş