Paylaş
Tunus'ta dün akşam başlayıp yarın sona erecek olan konferans çok ilginç: Mustafa Kemal ve Kemalizm tartışılıyor.
Arap dünyasının çeşitli köşelerinden gelen bilim adamlarıyla.
Türkiye'nin aynı çevrelerle bundan önce de temasları olmuştu. Ama, şimdiki konu, ilk ve biraz netameli sayılan bir konu. Çünkü, Araplar, üstelik yalnız geçmişte ya da şimdi sömürgecilerle işbirliği edenler değil, bağımsız düşünceli Arapların büyükçe bir bölümü de, Atatürk'ün bütün yaptıklarına bizimle aynı gözle bakmaz.
Yunanlılara ve arkadaki İngilizlere karşı zafer kazanan, emperyalizmin kolunu büken Mustafa Kemal iyidir de, hilafeti yıkan, alfabeyi, giyim kuşamı değiştiren, Batılı kurumları olduğu gibi alan Atatürk pek iyi sayılmaz.
Bizim ‘‘ihanet’’ saydığımız olayları unutup sömürgeliklerinde uzun süre yalnız bırakılmış olmanın kırgınlığı mı?
Başaramadıklarının gıptası mı?
Batılı ve ‘‘oryantalist’’ çevrelerin etkisi mi?
Yoksa, bizim de farkına vardığımız bazı yanlışların abartılışı mı?
Bunları ilk kez, açıktan açığa, gönül rahatlığı ve bilim nesnelliği içinde Araplarla konuşmak o bakımdan ilginç. Tunus da, bunun için en elverişli yer.
Bayrağından devlet felsefesine, İstanbul asıllı olmakla övünen ailelerinden Osmanlı bahriye tarihine karışmış kıyı kasabalarına kadar çok şeyiyle Türkiye kokan bir yer Tunus. Satınalma gücü olarak kişi başına hesap edildiğinde bizimkinden pek de düşük olmayan ulusal gelirini, yüzde beşin altına hiç düşmeyen istikrarlı büyüme hızını, on milyon nüfusa verilen düzgün sağlık, sosyal güvenlik hizmetlerini, her yıl bütçeden eğitime ayrılan en az yüzde yirmilik payı, Avrupa etkisine yakınlığını göz önüne alırsanız, Akdeniz çevresinde en sağlam dayanak noktalarından biri.
Tabii, bir de Burgiba'dan beri ‘‘Mustafa Kemal'in yaptıklarını yapma’’ çabası. O çaba, biraz değişik ve sulandırılmış biçimleriyle, şimdiki devlet başkanı Zeynelabidin Bin Ali'yle de sürüyor.
Türkiye'nin böyle bir ülkeyle şimdikinden çok daha bilinçli ve yoğun bir ilişki içinde olmasını beklersiniz, değil mi? ‘‘Bizi kimse sevmiyor’’ yahut ‘‘Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur’’ gibi sözlerle dövünüp uluslararası kuruluşların kapısında sinirlendiğimiz bir dünyada böyle kaç ülke var?
Ne kadar ve nasıl süreceği bilinmeyen Kafkas ve Orta Asya sıcaklığı dışında?
Pakistan, Bangladeş, belki Ürdün, biraz Bosna, Makedonya ve Arnavutluk.
Önemli ve acıklı olan, bu sayının azlığı da değil. Bu azlığa karşın, bizim oralara gösterdiğimiz ilginin, ayırdığımız zamanın, yönelttiğimiz ‘‘daha da yakınlaşma’’ çabasının yoğun olmayışı.
Belki, ‘‘Ne gerek var?’’ diyebilirsiniz. Küçük elçiliklerle, düşük ödeneklerle, yüzeysel temaslarla ‘‘idare edilebilen’’ ilişkilere ağırlık vermektense, bozuk olanları düzeltmeye çalışmak daha akıllıca gözükebilir.
Acaba gerçekten öyle mi? Bu köprübaşlarını sağlamlaştırmak, misyonları büyütmek, oralarda kültür ve ticaret merkezleri kurarak çevreleri etkilemek ve uluslararası arenada güvenilir sağlam bloklar oluşturmak, bütün çabamızı ve paramızı su tutmaz başka kumlara akıtmaktan daha akıllıca olmaz mı?
Paylaş