Paylaş
Türkiye'nin tepesinde yine bela bulutları dolaşıyor.
Önemli güney komşusu ile büyük müttefiki arasındaki gerginlik dolayısıyla.
Ankara'nın herhalde ikisine de söylenecek sözü olmalıdır. Çünkü, başı en çok belaya girecek olan ülke, Türkiye.
Müttefik ne yapmak istiyor?
Görünürdeki neden, Güvenlik Konseyi kararlarına uymadığı söylenen Irak'ın ‘‘yığınsal yok ediş silahları’’nı ortadan kaldırmayıp biyolojik ve kimyasal savaş araçlarını elinde tutmakta oluşu. Bunun Birleşmiş Milletler'ce Bağdat'a karşı askeri yaptırım kullanılması için yeterli sayılıp sayılmadığı belli değil. Hatta, İngiltere dışında, veto yetkisine sahip Çin, Rusya ve özellikle Fransa'nın böyle bir yaptırımdan yana olmadıkları bilinmekte.
Ama, Amerika'nın böyle bir kararı beklemeden büyük hazırlığa girişmesi şu olasılığı akla getiriyor: Washington bugüne kadarki tutumuyla Saddam'ı dize getirememiş olmaktan rahatsızdır ve yine ‘‘burun sürtme’’ye hazırlanmaktadır.
Tabii her zaman olduğu gibi, petrol fiyatlarındaki düşüşü durdurma yahut silah yapımcılarıyla Musevi lobisini memnun etme türünden nedenlere ilişkin söylentiler de eksik olmuyor.
Komşu ne yapmak istiyor?
Bağdat'ın kaç yıldır çekilen ambargo sıkıntısından ve ülkeyi bölen onur kırıcı egemenlik sınırlamasından artık ‘‘İllallah!’’ dediği bellidir. Saklı tuttuğu söylenen silahları da böyle bir başkaldırının tepkilerine karşı son çare olarak elinde bulundurduğu düşünülebilir.
Ortadoğu kültüründe ‘‘Amerika'ya kafa tutan büyük reis’’ imgesinin rolü de önemli. Süveyş direnişinin Nasır'a neler kazandırdığı unutulmadı.
Türkiye'nin çıkarı nerededir?
Ankara, ‘‘N'olur n'olmaz’’ düşüncesiyle, hiçbir komşusunun elinde tehlikeli silah bulunmasını istemez ve Irak'ta da böyle şeyler varsa, elbette kaldırılmasını diler; ama barışçı yoldan.
Savaş her şeyden önce, İncirlik'in yeniden gündeme gelmesi demektir ki, komşuyla ilişki açısından bunun artık söz konusu olmaması gerekir.
Ama iş bununla bitmiyor ki.
Güneydoğu'da iyi kötü başlamış olan sınır ticaretinin kesilmesi ve dolayısıyla, terörü besleyen işsizlik gibi etkenlerin yeniden ortaya çıkması.
Petrol karşılığı satışlar ve boru hattı dolayısıyla biraz canlanır gibi olan ekonomik ilişkilerin yeniden çökmesi.
Kuzey Irak'ın yeniden karışması ve göçlerin yine sınıra dayanması.
Müttefik, bağlılığından kuşku duyamayacağı bir Türkiye'yi böylesine zor duruma sokacak adımları atmadan Ankara'ya ciddi olarak danışsa ve yapılabilecek başka şeyler olup olmadığını onunla görüşse doğru olmaz mıydı?
Ne biçim aldırmazlık ve saymazlıktır ki, ekonomisi bu yüzden en az 30 milyar dolar zarar görmüş ve başına türlü işler açılmış bir sadık müttefik böylesine fütursuzca ‘‘bay-pas’’ edilebilmektedir?
Artık, Ankara için, ‘‘Bölgede biz varız; çıkış yolu, bizim, rejimi ne olursa olsun, Bağdat'la iyi ilişki kurup silahsızlanma ve Kürt sorunlarında barışcı ve insancıl çözümleri birlikte bulmamızdan geçer!’’ demenin zamanı gelmemiş midir?
Paylaş