Mümtaz Soysal: Köln rezaleti

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Avrupa Birliği'nin son zirvesinde Türkiye'ye yapılan ‘‘muamele’’ bu konudaki rezaletler zincirinin son halkasını oluşturmuştur.

Oysa, Avrupa'yla yeniden yakınlaşma politikasının mimarlarınca yaratılan beklentiler ne pembeydi: Dönem başkanı Almanya'nın başbakanı Schröder, Türkiye Başbakanı'ndan gelen uzun mektubun çekiciliğine dayanamayacak, Birlik kodamanları da Ankara'ya ‘‘adaylık’’ tanınması için dayatacaklar ve Köln'de kotarılıp pişirilen bu iş Helsinki zirvesinde tamamlanacaktı.

Öyle olmadı ve sonuç bildirisinde Türkiye'den söz bile edilmedi. Edilseydi de zaten, ‘‘Türkiye'yi üyeliğe hazırlama stratejisinin geliştirilmesi ve Kopenhag kriterlerine ulaşılması için takvim hazırlanması’’ gibi ‘‘balık kavağa çıkınca’’ kabilinden sözler yine edilecekti.

Kısacası, Ankara'nın böylesine ricacı bir mektup yollanması, yeni bir aşağılanma rezaletine göz göre göre çağrı çıkarmaktan başka işe yaramamıştır.

Kimler sorumlu?

Köln'de köstek oldukları söylenen Yunanistan, İsveç, İtalya ve Lüksemburg mu? Onlar karşı çıkınca engellemeyi aşmak için yeterince çaba göstermeyen Almanya, İngiltere, Fransa mı?

Mektubu imzalayan Türkiye Başbakanı mı? Yoksa, başbakanlar oturup böyle uzun şeyler yazamayacaklarına göre, yazıyı hazırlayıp ona imzalatanlar mı?

Ankara'nın metnine bakınca, sanki her şeyin Bonn diplomasisince Avrupa adına kurulan tuzağa düşmek üzere yazıldığı izlenimine varmamak mümkün değil.

Örneğin, siz ‘‘Kopenhag kriterlerini ve Amsterdam yükümlülüklerini yerine getirmeyi umuyoruz; ama önce bize bir yol haritası verin’’ dediniz mi, Alman Başbakanı, daha Köln toplantısı bile başlamadan yazdığı yanıtta, ‘‘Güneydoğu sorunlarının çözümü için yapıcı inisiyatiften ne haber?’’ anlamına gelen bir ‘‘yol haritası’’nı önünüze koymaz da ne yapar?

Siz ‘‘Dışişleri Bakanımız, Yunanlı bakana ikili esaslar üzerinde bir uzlaşma planının başlatılmasını öneren bir mektup gönderdi’’ diye yazdınız mı, Schröder de fırsatı ganimet bilip ‘‘Bu girişiminiz Kıbrıs sorununa ilişkin bir anlaşma imzalanması yönünde olumlu etki yaratır inşallah’’ demez mi?

Böylece, Avrupa Birliği'nin en kritik baskı konuları olan Güneydoğu ve Kıbrıs sorunlarını kendi elinizle yeniden gündeme getirmiş olmaz mısınız?

Oysa, henüz birbuçuk yıl önce ‘‘Avrupa Birliği ile siyasal konuları konuşmayız’’ diyen Türkiye'nin kendisidir. O zaman, dış aferinlere düşkün olanlara dönüp ‘‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?’’ diye sormaz mısınız?

Belli ki, Lüksemburg zirvesinden sonra Ankara'ca takınılan ‘‘sebatlı tutum’’a karşın, Türk diplomasisi içinde Avrupa'yla Çiller-Karayalçın dönemini anımsatır bir flörte yatkın olan ve Brüksel'den bakanlığın siyasal sorumluluk düzeyine kadar uzanan uslanmaz lobi yeniden faaliyete geçmiş ve Başbakan'ı hiç istemeyeceği böylesine bir yanılgıya sürüklemiştir.

Üstelik, son derece ‘‘ulusalcı’’ olduğu söylenen bir hükümet döneminde.



Yazarın Tüm Yazıları