Paylaş
Beş-altı mil öteden bakılınca, bütün antik çağ yazarlarının benzetmelerine uygun biçimde, ‘‘uzaklardan fırlatılmış bir kargının denize yarı batmış ucu‘‘ gibi. Datça Yarımadası'nın Tekir Burnu, başka hiçbir kıyı görüntüsüyle karıştırılmayacak kadar farklı.
Yoksa, oranın bir başka özelliği olarak hep sözü edilen ‘‘çifte liman‘‘, Amasra ve Sinop'u bilen Karadenizliler için pek ilginç sayılmaz. İlginç olan, o coğrafyaya üç bin yıl önce kurulan ünlü Knidos kentidir.
Belki de dünyanın en ilginç kent kalıntılarından biri. Teraslar üzerinde kat kat yükselen tapınak, anıt-mezar, tiyatro ve gimnazyumlarıyla, birbirini dikey kesen caddeleri ve merdivenli sokaklarıyla, bir zamanlar nüfusu 70-80 bine varan koca bir kent.
Ama, bunların hepsinden de ilginç olan, Osmanlı bilinçsizliğinin yol açtığı talanların öyküsüdür.
Eski kaptan ve şimdilerin tanınmış deniz işletmecilerinden Oktay Sönmez'in ‘‘Knidos: Mavide Uyuyan Güzel’’ kitabında o öykünün bütün ayrıntıları var.
Yalnız talanın değil, Knidos'la ilgili her şeyin ayrıntısı.
Hem de yazarın eski kitaplarından da bilinen hikáyeciliğe yatkın üslubuyla, tarihten coğrafyaya, kazılardan müzeciliğe, ünlü Iris Love başta olmak üzere o topraklardan gelip geçmiş bütün arkeologların bıraktıkları izlerden Peggy'lerin, İrma ve Bingül'lerin anılarına kadar her şeyin.
Çok az kitap bir yeri bu kadar değişik açıdan bu kadar derinliğine anlatabilmiştir.
Ne var ki, Ege'nin bitip Akdeniz'in başladığı o burunda, doğanın güzelliğini ve tarihin zenginliğini tadabilmenizi engelleyen bir şey var: Vikont James Cauldfield'le başlayıp Amiral Francis Beaufort'la süren ve Rodos Konsolos Yardımcısı Charles Newton'la zirveye varan İngiliz ilgisi karşısında Osmanlı'nın değerbilmezliğini okurken insanın içine çöken hüzün, hatta utanç.
Tarih bilinçsizliğinin kuşaklar boyu sürecek nasıl bir pişmanlık duygusu yaratabileceğini bundan daha iyi hissettiren bir durum olamaz.
Hele Kızılkayalar'daki 11 tonluk mermer sanat harikası ‘‘Knidos Aslanı’’nın Londra'ya getirilmesi için İngiltere Başbakanı Lord Palmerston'un HMS Gorgon adlı savaş gemisiyle bir istihkam birliğini görevlendirmesi, özel olarak yapılan koca sandığın üç gün boyunca Türk köylülerce kayalar üzerinden kızaklarla kaydırılarak deniz kıyısına indirilişi ve ‘‘gavur’’ların bu ‘‘taş’’ları uzaklara taşıyışına seyirci kalan Osmanlı yönetimi.
Geçen yüzyıl tarihin en büyük eser soygununu kayıtsız seyreden Türkler, şimdi de Knidos'u olanca görkemiyle aydınlığa çıkarmak için uğraşan Profesör Ramazan Özgan başkanlığındaki Selçuk Üniversitesi kazı heyetine ‘‘müze’’ adlı deponun anahtarını bile teslim etmiyorlarmış.
Yabancıya göz yumup kendinden olana kaplan kesilmek, tarihten gelen ulusal hasletlerimizden biri olsa gerek.
Paylaş