Paylaş
Bahriyenin gemilerinde ‘‘Bismillah vira!’’ diyerek demir alınır, tüccar gemilerinde ise ‘‘Vira bismillah!’’ diye. Allah'ın adını önce de ansanız sonra da, fark ediyor mu? Önemli olan, demir alıp yola çıkmak değil, gidilecek limana selametle varmaktır. Geçen yılın başında, içip eğlenerek sızılmış bir gecenin ardından önünüzdeki günler için kesin kararlar aldınız, kendi kendinize sözler verdiniz, yeminler ettiniz de, sonra?
Karadenizlinin dediği gibi, ‘‘Ne oldi?’’
İşte dönüp dolaşıp yine aynı berbat limandasınız. Suyu çirkef gibi kirli, çöp dolu, pis kokulu; rıhtımlarında mutsuz, umutsuz insanların birbirini çiğnediği ve beceriksiz, yeteneksiz kaptanların kırık direkli, yırtık yelkenli bir geminin dümenine geçmek için haftalardır birbirinin gözünü oyduğu.
Üstelik, köprü üstü için kavga edilen gemi, baştan kıça borca batık: İç borç 45, dış borç da 100 milyar dolarlık çizgilere dayanmış ve kavgacılar bu batışı önlemeye yönelik çare söylemekten aciz.
Nasıl söylesinler ki, sağdan sola hepsi, yıllardır, kendilerine oy veren insanları dıştan çizilmiş rotalarla yanlış kıyılara sürüklemişler ve şimdi de, seçmenlerini değil, paniklemiş bir iş dünyasını kurtarmanın telaşı içindeler.
Üstelik, en üstteki yüzde yirminin ulusal kazançtan yüzde 55, en alttaki yüzde yirminin de yüzde dört buçuk pay aldığı bir toplumda sınıflar ve bölgeler arası uçurumları yaratmış olmanın sorumluluğu da yine aynı kişilerin omuzlarında.
Dümen zincirinin kopacağı ve kirli sulara dönüleceği belli değil miydi?
Zincirin haline bakın: Bütün çürümeler en sıkı kilitlenmiş olacağı düşünülebilecek olan baklalardadır: Demirel vaktiyle parti vitrinini süslemek için aldığı Çiller'i şimdi sahneden silme peşinde, Çiller kendisini parti başkanlığına oturtan Erez'i kovuyor; Ecevit, 1970'lerde ekibine soktuğu Baykal'la çekişmekte.
İdeoloji, ilke, plan, program kavgası mı?
Hayır, kaptanlık iddiaları olmasa, kayıkçı kavgası diyebilirsiniz.
Eğer kendi ömrümüzün yılları sabit kalsaydı, kaçınılmaz bir bencillikle, ülkenin heba edilen yıllarına belki daha az üzülebilirdik. Oysa, ülkeninkiler gibi kendi yıllarımız da ziyan olmakta.
Ama, Yunus Emre'yle birlikte ‘‘Bu can gövdeye konuktur’’ diyerek acı gerçeğini bildiğimiz ve ‘‘Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi’’ dediğimiz yaşama gücü, insanlara, hatta yaratıkların hepsine, yalnız dünyayı seyretmek için mi verilmiştir? Edilginlik, doğanın temel kuralı mıdır? Tam tersine, bütün faniliğine karşın, doğuşla başlayıp ancak ölümle biten sürekli bir direnme, çevreyi değiştirme, ayakta kalma çabası var.
Öyleyse, başkaları neyi ne kadar batırırsa batırsın, bizler için söylenecek söz, yapılacak iş, kazanılacak savaş da var demektir ve o zaman, yılın ilk gününde liman kirli de olsa, Ahmet Erhan'ın dizeleriyle haykırmak gerekir:
‘‘Ben denizi seçtim
Vurmak için dünyanın bütün kıyılarına
Daha söyleyecek çok sözüm var çünkü
Daha yaşanacak nice yaz günü...’’
Paylaş