Paylaş
Karşılıklı aklamalardan sonra, yeniden kurulacak hükümetin yapısı ana çizgileriyle ortaya çıkmışa benziyor: Liderlerinin katılmayacağı ANAP'la DYP'li ve liderinin başkanlık edeceği DSP'li bir hükümet.
Şaşırtıcı olan, iki sağ parti arasındaki uzlaşma değildir. Onların yağma alanı olarak gördükleri iktidar olayına bakışlarındaki ve ideolojilerindeki yakınlık zaten bilinmekteydi.
Şaşırtıcı olan, DSP'nin tutumudur.
Çünkü, doğal olarak, adına ‘‘sol’’ sözünü eklemiş bir partinin böylesine bir aklama çirkefine bulaşmış koltuklara oturma hesabı içine girmeyeceğini düşünebilirdiniz. Ama, her iki soruşturma komisyonundaki DSP'li üyelerin blok halinde oy kullanışlarından anlaşılıyor ki, gelecek iktidar hesaplarına dönük bir davranış söz konusu. Gerçekten de, komisyon oylamalarında ANAP'la DYP aynı yönde oy vermekte anlaşmış olmasalardı, DSP'nin Yılmaz Komisyonu'ndaki tutumunu ‘‘iktidar dayanışmasının zorunlu sonucu’’ sayıp hoş görebilirdiniz.
Ama, Çiller Komisyonu'ndaki tutum?
Hatta, her iki komisyonda da, DSP oylarıyla sonuç değişmeyeceği halde, ANAP-DYP uzlaşması yönünde blok olarak oy kullanma?
Belli ki, ne pahasına olursa olsun, yeni bir ortaklığa yönelik olarak tepede kararlaştırılıp parti disipliniyle uygulanan bir kararlılık söz konusu.
‘‘Gensoruların gerisinde Baykal hırsı var’’ diyerek yine her zamanki kişisel zıtlaşma mı?
‘‘Şu zor dönemde ülkeyi hükümetsiz bırakmama’’ sorumluluğu mu?
Bir an için böyle olduğunu düşünelim.
Hatta, uyum adına katlanılabilecek şeylerin de bir sınırı olması gerektiğini bir yana bırakarak.
Ama, yine, hükümet düşmezse şimdiki kirliliğe, yahut düşerse kurulacak katmerli kirliliğe katılıp ülkeyi hükümetsiz bırakmamakla, acaba, parti ya da başındaki aile için değil de, ülke adına beklenen yararlar sağlayabilecek mi?
Söz gelimi, güncel bir örnek olarak, bu kirli süreç Apo'nun geri istenmesini kolaylaştırır mı?
Her ülkenin siyasal yaşamında yer edip klişeleşmiş deyimler vardır. İtalya'da bu çeşit deyimlerden biri de, kirliliğin karşıtı olarak, ‘‘Temiz Eller’’ deyimi. Şimdi iktidarda olanlar, dolaylı da olsa kirliliğe bulaşanların ‘‘sol’’ sözünü bırakmaları gerektiğini söyleyek seçilip geldiler.
Onlardan biri, iki dönemdir Avrupa Parlamentosu'nda görev yapan ve hükümetin ana partisi durumundaki Demokratik Sol'un dış politika sorumluluğunu yüklenen Luigi Colajanni, geçen gün, Türkiye'deki cumhuriyetçi ilkeler doğru uygulanarak da Güneydoğu sorununun çözülebileceği kendisine söylendiğinde, ‘‘1995'te Gümrük Birliği sonuçlanırken Bayan Çiller'in bu konuda verdiği vaatler tutulmadı; biz de ayrılıkçıların söylediklerine inandık’’ demişti. Zaten iade niyeti taşımayan bu kişiler, o aldatışın üstüne katmerli kirlilik de eklenerek kurulan bir hükümete güvenip iade kararı verebilirler mi?
Kirli ellerin pisliğine solu bulaştırarak sürdürülen veya kurulan bir iktidar, yalnız temiz ellerin İtalya'sındaki sola değil, dünyadaki sol veya sağ hiçbir hükümete inandırıcı gözükmez.
İç ve dış görüntüyü biraz daha kirletmekten başka bir işe de yaramaz.
Paylaş