Paylaş
Şair, renkler arası kirlenme yarışında birinciliğin beyaza verildiğini söylemişti.
Peki, beyaz da kirlenmişse?
Hani, tuz da kokarsa derler ya.
Kurtköy Havaalanı ihalesini soruşturan komisyondan çıkan Mesut Yılmaz'a ilişkin kararın altındaki imzalar, hangi yanından bakarsanız bakın, bütün sistemin çürümüşlüğünü gösteren ilginç bir görüntü oluşturuyor. Buna bir de Karadeniz sahil yolu konusunda Bayındırlık Bakanı Yaşar Topçu'ya ilişkin olarak alınan suçlayıcı kararı da eklerseniz, ANAP'la DYP arasındaki ‘‘aklama’’ anlaşmasının çöktüğü açıktır.
‘‘Ne anlaşması? Hakkında meclis gruplarının görüşme yapamayacağı ve karar alamayacağı bir konuda partiler arası anlaşma olur muymuş?’’ diyebilirsiniz. Nitekim, ANAP Grup Başkanvekillerinden Ülkü Güney, ‘‘Komisyonda yapılan oylama iki parti arasında daha önceden bahsedildiği gibi bir anlaşmanın olmadığını gösterdi’’ demiş.
Aslına bakarsanız, böyle bir anlaşmanın olmaması da gerekiyordu.
Anayasa'nın bu konuda grup görüşmesi yapılmasını ve parti kararı alınmasını yasaklayışı, soruşturma komisyonlarından çıkacak sonuçların yargısal sonuç doğurmasından kaynaklanır. Komisyonların suçlayıcı raporları Meclis Genel Kurulu'nca onaylanırsa, gidilecek yer Yüce Divan'dır. Üyeler, vicdanlarının sesini dinleyerek oy kullanmalıdırlar.
Ama, hükümet düşerken öyle mi oldu? ANAP ve DYP gruplarının, liderlerden gelen işaret üzerine anlaştıkları, DSP'nin, yine aynı biçimde, bu uzlaşmayı oylarıyla takdis ederek, güvensizlik oyuyla yıkılan hükümet yerine üçlü bir iktidar kurma hesabına giriştiği belli değil miydi?
Kendi açısından ustaca bir manevrayla böylece aklanmış olan Bayan Çiller, şimdi, hem de seçimlere birkaç ay kala, Yılmaz'ı Yüce Divan'a gönderme kartını ele geçirmiş oluyor. Hükümet pazarlıklarında bu oylamayı kullanmaktan muazzam keyif duyacağı da bellidir.
O oylama, başka vesilelerle zaten kirlenmiş olan ANAP'la DYP'nin yanında, ikisini aklarken gereksiz yere grup disipliniyle davranan DSP'yi de kirletmişti. Öbür partiler ise, geçmişin değişik dönemlerinde Bayan Çiller'le iktidar ortaklığı yaptıkları için zaten kirliydiler.
Ama, kirlenen yalnız siyasal partiler midir?
Bütün bu olayın hüzün verici yanı, kirlenenlerin içinde iş gördükleri sistemdeki kurumları ve kuralları da kirletmiş olmalarıdır.
Artık ‘‘meclis soruşturması’’ denen kurumun ciddiyetine inanabilir misiniz? O konuda konan davranış kuralları da kirlenmiş değil midir?
Halk bunları görmüyor mu?
‘‘Atanmışlar’’ diye küçümsenenler, siyasal otoriteye tabi olmaları gerektiği söylenenler, memurlar, askerler, bu olupbitenleri, sistemin paçalarından akan bu rezaleti seyrederken, yalnız kişilere ve sözde liderlere saygılarını değil, sisteme olan inançlarını yitirmiş olmuyorlar mı?
Daha doğrusu, bu harika oyunların becerikli aktörleri, başkalarına gerek bırakmadan, demokrasiyi kendi elleriyle yıkmış olmuyorlar mı?
Paylaş