Paylaş
Zaferle sonuçlanmış her askeri harekátın yıldönümü, zaferin sağladığı siyasal sonucun elde edilmesi uğruna can verenleri anımsattığı için duygu yüklüdür. Ama, bu kez Kıbrıs çıkarmasının 25. yılı kutlanırken, duygulardan öteye akılları ilgilendirmesi gereken bir durum var.
Çünkü, niyet ettikleri çözümü Türk tarafına kabul ettirmek için önümüzdeki sonbaharda Dayton tipi bir toplantı tasarlayanlar ortaya ‘‘önkoşulsuz görüşme’’ lafı atmışlardır. Çıkarmanın yıldönümü, bu ‘‘önkoşul’’ sözünün ne olabileceğini derinliğine düşünmek ve bundan kalkarak aklı başında hiç kimsenin reddedemeyeceği bir noktaya varmak için iyi bir fırsat olabilir.
Çeyrek yüzyıl öncesi göze alınan harekát, yalnız Kıbrıs Türkü'nü katliamdan kurtarmakla kalmamış, aynı zamanda bugünkü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne varan gidişin kesin adımı olmuştur: Önce, federasyonsuz bir ‘‘Federe Devlet’’, sonra da işin doğrusu, yani doğrudan doğruya bağımsız cumhuriyetin ilanı.
O karar, elbette Kıbrıs Türk halkının ilk kez kendi kendini yönetmeye başlaması demek değildi. 1963'teki ‘‘Türk kıyımı’’nın ardından kurulan geçici ve özerk yönetimler, ele kul köle olmadan bağımsız yaşayabilmek için kendi devletini kurma zorunluluğunun yarattığı tomurcuklaşmalardı.
Dolayısıyla, ‘‘önkoşulsuz görüşme’’ sözü ortaya atılmadan da, her 20 Temmuz vesilesiyle söylenmesi gereken ilk söz, KKTC'nin, ‘‘gayrımeşru, sahte, sözde’’ gibi sıfatlara müstahak sayılmak şöyle dursun, dünyadaki birçok devletten daha çok, bir ‘‘devlet kurma iradesine dayanan, baştan beri kan akıtılarak, can verilerek yaratılmış bir siyasal gerçeklik’’ olduğudur. Dünya, son yıllarda sık sık görülen durumlardan farklı olarak, falanca sömürgeci devletin bağımsızlık vermesiyle ya da filanca uluslararası kurumun kararıyla ortaya çıkmış bir kuruluşla değil, gerçek bir devletle karşı karşıyadır.
Bu gerçeklik, kimsenin onaylamasına, tanımasına tabi değil.
Önkoşulsuzluk açısından bunun anlamı nedir?
Önce, semantik açısından ‘‘önkoşul’’ kavramına bakalım.
Bir görüşmenin önkoşulsuz yapılması, o görüşme bitiminde varılabilecek sonuçlar bakımından başlangıçta koşul ileriye sürülmemesi anlamına gelir. Örneğin, ‘‘Görüşürüz ama, sonuçta ancak tekyapılı devlet, federasyon ya da konfederasyon kurulacaksa masaya otururuz’’ demek, önkoşul ileri sürmek demektir. Böylesi, mantıksızdır da; neyin kurulacağı görüşmelerle belli olur.
Bırakın böyle bir görüşmeyi, iki kişi çay içmek için bile bir araya gelecek olsa, en doğal olan, birer insan olduklarını karşılıklı kabul etmeleri, kimliklerini tanımaları ve birbirlerine adlarıyla hitap etmeleri değil midir? Türk tarafı, ‘‘Masaya gelmem için kimliğimin kabul edilmesi gerekir’’ dediği zaman bir koşul mu ileri sürmektedir, yoksa doğal olanı mı istemektedir? Kaldı ki, görüşme masası dışında bir tarafın devlet yerine konup öbürünün ‘‘cemaat’’ sayıldığı bir tablodan şimdiye kadar bir şey çıkmadı.
Sizi adam yerine koymayanla oturup çay içer misiniz? Önkoşul başka, bu başka.
Paylaş