Kaza

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Değerli gazeteci Fikret Bila, şimdi olduğu gibi bir hastane odasında değil de masasının başında olsaydı, sakin, ağırbaşlı ve sorumlu haliyle tartışmaya o da katılabilirdi: Her gün sütunları ve ekranları dolduran olayların ne kadarı kaza, ne kadarı değil?

Daha doğrusu, kaza ne demek?

İrdelemeye değmez mi?

Her irdeleme gibi bunu da unsurlara ayırıp yapmak gerek: Olayın kendisi ve kurbanları olarak.

Şöyle bir düşünürseniz, kaza denen olayın kendisi hiçbir zaman kaza sayılamaz; sayılmaması gerekir.

Çünkü, olmaması mümkündü; olması engellenebilirdi.

Hangi olayı alırsanız alın, gerisinde bir yanlışlık, bir kural hatası, bir ihmal, yahut en azından bir düşüncesizlik söz konusudur.

Mısırçarşısı girişinde patlayan gaz tüpü: Konmaması gereken yere mi konmuştu? Konmuşsa görevlilerin denetim ihmali mi? Önlenebilecek bir gaz sıkışması mı söz konusuydu? Buzdolabından gaz kaçağı mı?

Makedonya'daki çarpışma: Yolun genişliğine göre aşırı sayılabilecek sürat mi? Görevlilerin eğitim eksikliği mi? Fiyaka hevesleri mi?

Olayları daha da çoğaltabilirsiniz.

Bırakın böylesine aşikâr örnekleri, en olmayacak durumları alın: Göklerin sonsuzluğunda çarpışan uçaklar, lastiği fırlayıp karşı şeritteki arabaya çarpan kamyon...

Belki, uçuş göstergelerinde bozulma olmuştur; yerdeki radyofarlarda veya kontrol kulelerinde yanlışlık vardır; uçucuların eğitimi eksiktir.

Belki, araba tekerleğinde yola çıkarken giderilmemiş bir arıza, asfalta atılmış bir çivi, aşılmaması gereken bir hız söz konusudur.

Titizliği sonuna kadar vardırıp olayın oluşunu açıklayan, bir biçimde giderilebilecek, düzeltilebilecek, önlenebilecek nedenler bulabilirsiniz.

Ama, kazanın ikinci unsuru, yani niçin başkasının değil de, sorumlusu olmadığınız halde sizin başınıza gelmiş olması ayrı konudur.

Ona kimimiz rastlantı diyoruz, kimimiz kader yahut ‘‘takdir-i ilahi’’.

Kötü olan, bu iki unsurun birbirine karıştırılması ve olayın her iki yanıyla birlikte kaza sayılıp ‘‘rastlantı, kader, takdiri-i ilahi’’ sözcüklerinin gerisinde sorumsuzluğun sis perdesine büründürülmesidir.

Unutmamak gerekiyor ki, din kitaplarında ‘‘Cenab-ı Hakk'ın takdir ettiği şeylerin vuku bulması’’ diye tanımlanan ‘‘kaza’’, Arapça anlamıyla aynı zamanda ‘‘yargı, hüküm verme’’ demek.

‘‘Kadı’’ sözüyle aynı kökten olduğu için, ilahi takdir gibi yeryüzü yargısının takdirine de girmesi gerektiğini düşünebilirsiniz.

Ne var ki, her kazada tedbirsizlik, dikkatsizlik, acemilik gibi ceza hukukunun ‘‘taksirli suç’’ kategorisine kolayca sokulabilecek bir yön bulunmayabilir.

Ama, düşündürecek bir yön mutlaka vardır.

Toplum olarak kendi kendimizi yargılamamızı ve toptan geri kalışımızın sisteme ilişkin yönleri üzerinde derinliğine düşünmemizi gerektiren...













Yazarın Tüm Yazıları