Paylaş
Sayın Cumhurbaşkanı'nın Kuveyt dönüşü söyledikleri ilginç. Sedat Ergin'in dünkü yazısı, kalkınma için yabancı sermaye gereğinden söz eden Demirel'in bu konudaki ‘‘hukuki durum’’dan yakındığını belirtmekteydi. Danıştay, ‘‘yap-işlet-devret projelerine yabancı sermayenin girişinde Anayasa'dan kaynaklanan engeller nedeniyle katı bir tutum sergiliyor’’muş.
Önce, bazı noktaları yinelemekte yarar var: Kimse gerekli yatırımlar için yabancı sermaye girişine karşı değil. Danıştay da değil, Anayasa Mahkemesi de.
Ne de hatta sendikalar, sol partiler, soldaki yazar-çizerler, düşünürler!
Geri kalmışlığın ve işsizliğin yenilmesi için yatırım gerektiği, kamunun elindeki olanakların yetmediği, ihale yoluyla yaptırılan işlerin istihkak ödemelerinde gecikmeler olduğu hep biliniyor. Örneğin, onbeş buçuk yılda biten Çatalan Barajı'nın yapımcısı firma, bütün kamu yatırımlarında olduğu gibi, asıl gecikmenin ‘‘finansmanı konusunda yeterli kaynağın devletçe sürelerinde temin edilmemesi’’nden kaynaklandığını belirtmekte.
Müteahhit dünyasının ortak şikâyeti de bu değil mi?
Yabancı sermaye gereksinimi herkesçe kabul ediliyor da, Sayın Demirel'in şikâyetçi olduğu ‘‘katılık’’ nereden kaynaklanmakta? Çarpıtmalara ve Cumhurbaşkanı'nın bile içine düştüğü yanılgılara son vermek için bazı şeyleri olanca açıklığıyla belirtmek gerekir.
Yap-işlet-devret veya işlet-devret modellerinin çoğunda bir özellik var.
Bunların büyük bölümü kamu hizmeti, hem de tekel durumunda birer kamu hizmeti niteliği taşıyor. Elektrik enerjisi üretimi ve dağıtımı da böyle.
Kamu hizmetinin ve hele tekel niteliğindeki kamu hizmetinin devlet veya belediye gibi bir kamu tüzel kişiliğince yerine getirilmeyip yerli ya da yabancı bir şirkete devredilmesinin hukuktaki adı ise, ‘‘imtiyaz’’dır.
Bu noktada, Anayasa'yla ‘‘imtiyaz şartlaşma ve sözleşmeleri’’nin Danıştay'ca incelenmesine niçin gerek duyulduğu önemli. Aslında, bu konuda ‘‘katılık’’ yok; tersine, 1982 Anayasası'ndan da önce 1961 Anayasası'yla getirilmiş bir ‘‘yumuşama’’ var. Cumhuriyetin ilk anayasası olan 1924 ‘‘Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’’ ne diyordu, biliyor musunuz?
Her ‘‘imtiyaz’’ sözleşmesinin doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne kadar çıkması ve orada onaylanması gerekiyordu.
Niçin? Çünkü, Osmanlı'nın çöküş nedenlerinden biri, yabancı şirketlerle onların yerli ortaklarına bol keseden verilen ve sonuçta ülkeyi yarı-sömürgeye çeviren imtiyazlar olmuştu. Devrimci cumhuriyet, imtiyazlarda gerçekten kamu yararı olup olmadığını ulusal iradenin süzgecinden geçirmek zorundaydı.
Şimdi Anayasa Mahkemesi ve Danıştay, yap-işlet-devret modeline ve hatta yabancı sermayeye karşı oldukları için değil, çeşitli yasalarla ve sözleşme ihaleleriyle Danıştay'dan geçme zorunluluğu kaldırılmak istendiği için iptal kararı vermekteler.
Ne yani? Katı davranmayıp Türk tarihinin en önemli derslerinden birine ve Anayasa'nın zorunlu hükmüne göz yumarak soygunlara yeşil ışık mı yakmalıydılar?
Her fırsatta ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’’ diye cafcaflı deyimler kullanıp sonra da bu cumhuriyetin en duyarlı olması gereken bir alanda yeni gedikler açmaya kalkışmak olmaz.
Evet, yabancı sermayeye gereksinim vardır ve sömürgeleşme tehlikesi belki artık yoktur; ama, imtiyaz verip saray yaptıran sultanların ve imtiyazlara aracılık ederek Müslüman halkı sömüren azınlıkların yerine, küresel masallarla insanları uyutarak kendi konumlarını ve çıkarlarını kollayanlar da mı yoktur?
Paylaş